4 Şubat 2019 Pazartesi

Çocuklarda Sinüzit


Her yaşta görülebilir.
En sık 4-7 yaşta görülür.
Maxiller ve etmoid sinüsler doğumda vardır .
Mukosilier aktivitenin bozulması , ostomeatal komplexin daralması, sinüs salgısının koyulaşması enfeksiyona zemin hazırlar.
Viral ÜSYE osteomeatal komplexte daralma yapar.
Allerjik rinit, nasal dekonjestanların fazla kullanılması, sigara dumanı, barotravma da yatkınlık yapar.
Sinüzit rinitle birlikte göürülür.
Viral rinosinüzit te ateş yoktur, olsa da ilk iki gün olur ,sonra geriler , öksürük başlar, öksürük te 3-6 gün de artar, sonra azalır.
Semptomlar 10 gün içinde geriler.
Üç günden uzun süren , 39 derece üzerinde ateş ve pürülan burun akıntısı bakteriel ABRS tir.
Öksürük önemli bir bulgudur ve gün boyu devam eder , geceleri artar.
Hastalık süresi arttıkça öksürük daha da belirginleşir.
Sinüzitte tanı klinik olarak konur:
1-sinüs inflamasyonu ile uyumlu semptomlar ( öksürük,burun tıkanıklığı , anterior ya da postnazal akıntısı)
2- semptomların azalmayıp, artması.
Burun/ geniz akıntısı pürülan ya da renksiz olabilir . burun içinde purulan akıntı görülür.

Tanıda radyoloji gerekli değildir. Sinüslerde opaklaşma, 4mm den fazla mukoza kalınlasması ve hava sıvı seviyesi sinüziti düşündürür.
Ama bakteriyel – viral ayrımı yaptırmaz.
Tedavide yüksek doz amoksilin/ klavunat ilk tercihtir.90 mg/kg/ gün.
Üçüncü kuşak sefalosporinler sefpodoksim , sefdinir de kullanılır..
10 günlük tedavi yeterlidir.
72 saat sonra değerlendirilmelidir.
ABRS te dekonjestan kullanımı için yeterli kanıt yoktur.
Nazal irrigasyon semptomları azaltır.
Eşlik eden allerjik rinit varsa beraberinde nazal steroid kullanımının tedavide daha etkin olduğu gösterilmiş.
kyn:Türkiye Klinkleri 2018

Güncellenen Tüberküloz Rehberi Tanıda Yeni Testleri


Amerikan Toraks Cemiyeti (ATS), Amerika Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (IDSA) ve Amerika Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC) kuruluşlarının ortak bildirisi olarak 8 Aralık 2016 tarihinde yayınlanan erişkin ve çocukta tüberküloz güncelleştirilmiş tanı rehberi önerilerine göre,
hekimler aktif ve latent tüberküloz riski taşıyan hastalarda tedavi kararı öncesinde incelemede mümkün olduğunca daha yeni olan laboratuvar testlerini kullanmalıdır.
Yeni rehbere göre,
 beş yaş ve üstünde olan, düşük ya da orta derecede hastalık ilerleme riski taşıyan LTBE’li ( Latent tüberküloz enfeksiyonu ) kişilere ve önceden Bacille Calmette-Guerin (BCG) aşısı yapılanlara tüberkülin deri testi (TDT) yerine IGRA testlerini yapılması önerilmektedir.
 IGRA testleri (  interferon gama salınım testleri )   için hastanın sağlık kuruluşuna bir kez gelmesi yeterlidir; ayrıca özgüllük ve duyarlılıkları BCG aşılılarda TDT’ye göre çok daha yüksektir.
Diğer yandan, IGRA testlerinin maliyetinin yüksek olması, kan alınmasını gerektirmesi ve BCG yapılmamışlarda TDT’ye üstün olmaması gibi olumsuz özellikleri vardır.
Beş yaş altı çocuklarda LTBE taramasında ise IGRA yerine TDT yapılması önerilmektedir.
Eğer kişide tanı testi pozitif ise fakat akciğer grafisi normalse, rehberler hekimin latent enfeksiyon tanısı ile hastalığın ilerlememesi için izoniazid koruma tedavisi vermesini önermektedir.
Koruma tedavisi verilmediği takdirde bir kişinin latent tüberkülozu ömrü boyunca % 4-6 oranında aktif hastalığa dönüşecektir.
IGRA ve TDT enfeksiyonu saptayabilmekte ancak aktif ve latent tüberkülozu ayırt edememektedir. Bu yüzden de latent enfeksiyon tedavisi başlanmadan önce mutlaka aktif hastalık olasılığı dışlanmalıdır ki bu da sürekli devam eden yüksek ateş, gece terlemesi ve öksürük gibi yakınmaları olan kişilerde akciğer filmi ve balgam incelemesiyle yapılmalıdır.
(J Pediatr Inf 2017; 11: 56-57

2 Şubat 2019 Cumartesi

Mycoplasma pneumoniae Enfeksiyonu Rutin Tanısı

Mikoplazmanın laboratuvar tanısı problemlidir, bu nedenle tedaviyi etkileyecekse yapılmalıdır. Ayaktan hastalarda laboratuvar testi genellikle yapılmayabilir, çünkü klinik öngörü ile ampirik tedaviye yanıtı genellikle iyidir.
 Mikoplazmada rutin hemogram nonspesifiktir.
Normalde pnömoni tanısında boğaz kültürünün yeri yoktur.

Serolojik olarak M. pneumoniae spesifik IgG ve IgM tanıda kullanılır.

IgM pozitifliği aktif enfeksiyonu gösterir ancak semptomların ilk 7-9 gününde pozitifleşmez. IgM 3-6 haftada pik yapar ve 2-3 ay kadar pozitif kalabilir.

Çift serum örneğinde IgG artışı da tanıda önemlidir, tanı koydurucudur, ama akut tanı ve tedavide yararlı değildir.

Özetle;
çocuklarda M. pneumoniae enfeksiyonu tedavisi klinik bulgular eşliğinde ampirik olarak yapılır.
Laboratuvar tanısının gerekli olduğu durumlarda nazofarengeal örneklerde PCR (klinik bulgular varlığında pozitif olması beklenir) veya seroloji (çift serum örneğinde IgG artışı) önerilir.

 J Pediatr Inf 2018; 12(2): 83-84

Akut Tonsillofarenjitte Etyolojik Tanıda Akılcı Laboratuvar

Grup A beta-hemolitik streptokok tonsillofarenjiti:

GAS, Streptococcus pyogenes olarak bilinir, bakteriyel akut farenjit/tonsillit/tonsillofarenijitin en sık nedenidir.
Çocuklarda bir meta-analizde boğaz ağrısı ile başvuran çocuklarda %37 oranında saptanmıştır, bu açıdan viral tonsillofarenjitlerden sonra en önemli etken olarak karşımıza çıkar (%95 CI %32-43) . Beş-15 yaş grubunda ve okul çağında daha sık görülür.

 > 3 yaş çocuklarda tipik olarak akut başlayan ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma, fizik muayenede eksüdatif tonsillofarenjit, damakta peteşi, hiperemik uvula, büyük kızarık tonsiller, büyük ağrılı/hassas anterior servikal lenfadenopati, bazı olgularda kızıl döküntüsüyle seyreder.

 Üç yaş altı çocuklarda ise GAS enfeksiyon bulguları daha farklıdır.
Bu olgularda genellikle düşük ateş (< 38.3°C), uzamış burun akıntısı ve burun tıkanıklığı ve anterior servikal adenopati ile seyreder ve bu klinik tablo infantil streptokokkozis olarak isimlendirilir,

 Akut tonsillofarenjit düşünülen bir çocukta etkenin bakteriyel (esas olarak GAS) veya viral olup olmadığı tedavi ve yönetimi açısından önemlidir.

Viral tonsillofarenjiti düşündüren bulguların (konjunktivit, nezle, burun akıntısı, öksürük, ses kısıklığı, anterior stomatit, ishal gibi) olmaması yukarıda belirtilen GAS tonsillofarenjiti bulgularının olması özellikle 5-15 yaş okula giden çocuk ve kış ve erken ilkbahar mevsiminde olunması GAS tonsillofarenjitini destekler.

 Hızlı antijen testi genellikle 1 saatten kısa sürede sonuçlanır ve pozitifliğinde kültür yapılmasına gerek yoktur.
 Ancak antijen negatif olduğu durumlarda GAS tanısı kuvvetliyse kültür yapılması önerilir, antijen negatif olsa bile kültür pozitif çıkabilir (%5-10 olasılıkla)

AS tonsillofarenjiti düşündüren bir olgudan ayrıca rutin kan tetkiki yapılması önerilmez.
 Başka bir nedenle yapıldığında lökosit sayısı normal veya artmış olabilir,
orta C-reaktif protein (CRP) yüksekliği gözlenebilir.

ASO testinin akut tanıda anlamı yoktur ve istenmez.

ASO testinin akut enfeksiyonda veya etkin tedavi edilmiş akut enfeksiyonda yükselmesi henüz beklenmez.
ASO’nun yüksek bulunması önceki (1 aydan önce) ve muhtemelen tedavisiz veya yetersiz tedavi edilmiş GAS tonsillofarenjitleri olduğunu düşündürür.
Özetle GAS tonsillofarenjitinde seçilecek ve yapılması gereken test boğaz kültürü veya hızlı antijen tanı testleridir. Boğaz kültürü GAS tonsillofarenjitinde altın standarttır.


Enfeksiyoz mononükleozis:  EBV ve bazen sitomegalovirüs (CMV)’nin yol açtığı genellikle ve klasik olarak ergenlerde görülen bir klinik sendromdur.

Ateş, farenjit, anterior ve posterior servikal lenfadenopati bazen difüz lenfadenopati splenomegali bazen hepatomegali ve periorbital/palpebral ödem ile karakterize bir klinik tablodur.

 Tonsillofarenjit GAS tonsillofarenjitine benzer.
 Ancak genellikle daha uzun sürer, penisilin tedavisine yanıt vermez.
Ampisilin ve benzeri diğer antibiyotiklerle döküntü görülebilir.

Hemogramda lenfositoz, kan tetkikinde aminotransferaz düzeylerinde artış EBV-VCAIgM pozitifliği, CMV’ye bağlı ise CMV-IgM pozitifliği görülür.

Hızlı antijen testi negatiftir, boğaz kültürü normal florayı gösterir, tedavide antibiyotik verilmez.

J Pediatr Inf 2018; 12(3): 124-125

Enfeksiyon Hastalıkları Pratiğinde Salgın Tanımlanması

Salgın diyebilmek için olgu sayısının normalde beklenenden daha fazla olması gerekir.
 Bu sayı hastalık tipine ve bölgelere göre değişebilir.
Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) tanımlamasına göre;

 aynı kontamine gıda veya sıvıdan alan ≥ 2 kişide gelişen benzer hastalık; gıda kaynaklı salgın olarak tanımlanır.

 Kızamık için Amerikan Hastalık Önleme Merkezi (CDC) kriterlerine göre; belli bir bölgede ≥ 3 kanıtlı kızamık olgusunun varlığı salgın olarak nitelendirilmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) belli bir zamanda ve invaziv meningokok hastalığı için; > 2 haftalık sürede ve belli bir bölgede ≥ 15/100.000 insidansı meningokok salgını kriterleri olarak nitelendirmiştir.

İnvaziv meningokok C hastalığı için CDC ≤ 3 aylık bir sürede aynı bölge ve yakın teması olmayan ≥ 3 olgu olması ve bu bölgede insidansın ≥ 10/100.000 olmasını meningokok C salgın kriteri olarak kabul edilmiştir

J Pediatr Inf 2018;12(4):172-173

1 Şubat 2019 Cuma

Bebeklerde Diş Çıkarma Süreci ve Bu Süreçte Karşılaşılan Sorunlara Yönelik Uygulamalar

 Giriş:
 Diş çıkarma, bütün çocukların deneyimlediği fizyolojik bir süreçtir (1). Bebeğin ağzında ilk dişin görünmesi yaşamının önemli bir dönüm noktası olarak düşünülmektedir (2). Bebeklik gelişiminin normal bir parçası olmasına rağmen, diş çıkarma semptomların yönetimi hakkında çok az şey bilinmektedir (3). Markman (1), diş çıkarma sürecinde ebeveynlere çok fazla tavsiye verildiğini ancak bu tavsiyelerin kanıta dayalı olmadığını belirtmektedir. Bebeklerde diş çıkarma ile ilişkili olan ağrı ve huzursuzluk farmakolojik ve nonfarmokolojik olmayan yöntemlerle yönetilebilmektedir. Ancak bu tedavilere yönelik yeterli kanıt bulunmamaktadır (3). Bu makale diş çıkarma sürecinde bebeklerde karşılaşılan sorunları anlamayı ve bu süreçte ebeveynlerin yaklaşımlarını desteklemeyi amaçlamaktadır. Diş Çıkarma ve Belirtiler Çoğu çocuk ilk dişini yaklaşık altı aylıkken çıkarmaya başlamakta ve 30 aylığa kadar 20 süt dişini tamamlamaktadır (1). Süt dişleri ağız içerisinde belli bir sırayla görülmeye başlamakta ve bu sürece de “süt dişlenmesi dönemi” denilmektedir (4). Dişlerin önden arkaya, aşağıdan yukarıya doğru çıktığı bilinmektedir (5). Diş çıkarma yaşı bireysel farklılıklar gösterebilmektedir. Genetik özellik ile tiroid hormonu diş gelişimini etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Dişlerin erken ya da geç çıkması genellikle ailevi bir özelliktir. Sağlıklı çocuklarda ilk dişin çıkması 16 aya kadar gecikebilmektedir (6). Kılınç ve ark.’nın (4) aktardığına göre beş bin yıllık belgelerde süt dişlerinin çıkması sırasında bebeklerin genel sağlığında görülen sorunlardan bahsedilmektedir. Hipokrat, süt dişlerinin çıkması sırasında ateş, ishal ve konvülziyon da dahil birçok hastalığın görülebileceğini belirtmiştir (4). Fransa’da 16. yy’dan 19. yy’a kadar tüm bebek ölümlerinin %50’sinin nedeni diş çıkarma sırasında görülen rahatsızlıklara bağlanmıştır. Ayrıca 1839’da İngiltere’de dört yaş altı çocuk ölümlerinin %12’sinin nedeni diş çıkarma sırasında karşılaşılan sorunlardan kaynaklandığı rapor edilmiştir (1). Anne-babalar diş çıkarmayı sağlık problemleri ile ilişkilendirmektedir (7). Bebeklerin üçüncü ayından başlayarak tükrük salgısı artmaktadır. Bu bulgu, süt dişlerinin diş etlerini delerek çıkmaya hazırlandığını işaret etmektedir (6). Süt dişlerinin çıkması sırasında kuru öksürük, mızmızlık, uyku bozukluğu, diş eti inflamasyonu, salya akması en yaygın görülen belirtiler arasındadır. Ancak ateş, ishal ve çok sayıda diğer şikayetler yeterli kanıt olmamasına rağmen, yaygın olarak diş çıkarma sürecinin sorunu olarak belirtilmektedir (7). İlk diş çıkarma belirtileri arasında salyada artış, huzursuzluk ve diş çıkarılan alanda lokalize rahatsızlık bulunmakta ancak çoğu bebekte bu sıkıntıların görülmediği belirtilmektedir (8).
 Yapılan çalışmalarda en fazla karşılaşılan rahatsızlığın huzursuzluk olduğu, bunu ateş, salyada artış, diş etlerinde kızarıklık/kaşıntı, ısırma/çiğnemede artış, iştah kaybı, ishal, katı gıdalara karşı isteksizlik ve uykuda geçen sürede azalma izlediği saptanmıştır (4,9,10). Aliyu ve ark. (11) bebeklerde en yaygın karşılaşılan belirtilerin ateş, iştah kaybı ve kusma olduğunu ve annelerin %90,6’sının bu Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 183 semptomların diş çıkarma ile ilişkili olduğuna inandığını belirtmektedir. Plutzer ve ark.’nın (12) yaptıkları randomize kontrollü bir çalışmada süt dişlerinin çıkması sırasında en yüksek oranda rastlanan dört belirtinin salyada artış, ısırma ve çiğnemede artış, huzursuzluk ve uykuda geçen sürede azalma olarak sıralamışlardır. İki prospektif kohort çalışmasında (13,14) diş çıkarma ile önceden bildirilen semptomlar arasında zayıf bir ilişki olduğu bulunmuştur. En tutarlı görülen semptomların ısırma, salyada artış, dişetini sürtme ve huzursuzluktur. Katı gıdalara karşı azalmış iştah ve vücut ısısında artış (<38,9°C) da birçok çalışmada bildirilmiştir (1). Diş Çıkarma Sürecindeki Uygulamalar: Diş çıkarma süreci çoğu anne-baba için endişe kaynağıdır. Diş çıkarmaya bağlı diş eti ağrısı, ıslak yıkanmış bir bez veya soğuk diş halkaları kullanılarak veya temiz bir parmakla diş etlerine masaj yapılarak azaltılabildiği belirtilmektedir (15). Ailelerin bu süreçte bebeklerinin diş etlerine temiz ve soğuk bir bezle masaj yapmaları, beslenme öncesi diş jellerinden sürmeleri, diş etlerine masaj için dişlikler ya da çiğneyebileceği soğuk (havuç…) bir şeyler vermesi bebeklerin ağrısını ve huzursuzluğunu azalttığı ve bu süreci daha rahat geçirmelerine yardımcı olduğu vurgulanmaktadır (16). Kahya’nın (17) aktardığına göre İbni Sina kitabında diş çıkarma sürecinde titremelerin doğal olduğunu ve bu süreçte bebeklerin vücudunun nergis ve şebboy yağı ile ovularak bebeğin rahatlatılması gerektiği belirtilmektedir. Amerikan Pediatrik Diş Hekimliği Akademisi (AAPD) semptomların tedavisi için bebeklerin dişetine soğutulmuş halkalar ve oral analjezik uygulamasını önermektedir. AAPD sıkıntıyı gidermek için reçetesiz satılan diş jelleri dahil topikal anesteziklerin kullanımını bu ürünlerin güçlü toksisitesi nedeniyle önermemektedir (8). Asetaminofen ve ibuprofenin konservatif kullanımı diş çıkarma ağrılarını hafifletmeye yardım edebilmektedir. Benzokain içeren jeller ise methemoglobinemi riskinden dolayı bebekler için önerilmemektedir (1,15). Adam ve Abhulimhen-Iyoha (18) annelerin diş çıkarma sıkıntısını hafifletmek için %74,4’ü diş çıkarma şurubu kullandığını, %61,8’i ılık süngerle diş etine pansuman yaptığını ve %61,1’i diş çıkarma oyuncağı verdiğini belirtmiştir. Uğurlu ve ark. (16) yaptıkları çalışmada bebeklerin %29,7’sinin diş çıkarma nedeniyle ağrı yaşadığı ve ağrının giderilmesi için annelerin çoğunlukla (%50) ağrı kesici jel uyguladığı belirlenmiştir. Rahman ve ark. (19) tarafından yapılan çalışmada, annelere çocuklarının diş çıkarma sürecinde yaptıkları geleneksel uygulamalar sorulmuş, %31,9’u çocuğun eline dişini kaşısın diye sert oyuncak, diş kaşığı, ekmek kabuğu, yeşil soğan, pırasa, salatalık verildiği saptanmıştır. Plutzer ve ark. (12) ise bebeklerde diş çıkartma sıkıntısını azaltmak için annelerin %73,4’ünün topikal ve %65,9’unun oral ilaç kullandığını belirtmektedir. Diş çıkarma sürecinde semptomlarla nasıl baş edileceğiyle ilgili Kanıta dayalı çalışmaların az sayıda olduğu göze çarpmaktadır. Medline ve Cochrane taramasında konu ile ilgili üç randomize kontrollü çalışma ve bu çalışmaların iki tanesinin 40 yıldan uzun bir süre önce yayınlanan topikal ilaçlarla ilgili olduğu, diğerinin ise annelerin semptomlarla baş etmesi üzerine yapıldığı görülmektedir (12,20,21). Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 184 Homeopatik ve doğal tedavilerin yaygın bir şekilde kullanıldığı ve bebeklerde diş çıkarma sürecinde ortaya çıkan huzursuzluğun giderilmesine katkı sağladığı belirtilmesine rağmen bu tedavi yönteminin etkinliğine yönelik yeterli kanıt bulunmamaktadır. Amber (Kehribar), diş çıkarma sürecinde kullanılan geleneksel tedavi yöntemi olarak bilinmektedir. Amberin doğal bir analjezik olduğu ve takıldığı zaman vücuda az miktarda yağ yayarak diş çıkarma sürecinde ortaya çıkan rahatsızlığı giderdiğine inanılmaktadır. Bu doğrultuda kolye, bileklik ya da halhal olarak çocuğa takılabilmektedir. Amberin oral bir tedavi yöntemi olmadığı dolayısıyla boncukların emilmesinin veya çiğnenmesinin bir etkisinin bulunmadığı belirtilmektedir (1). Diğer doğal ya da homeopatik tedaviler seyreltilmiş karanfil yağı, doğal meyan kökü (şekersiz), rezene, yeşil soğan, zeytinyağı, zencefil kökü ve vanilyayı kapsayan bitki ve yağların diş etlerine uygulanmasını içermektedir. Birçok homeopatik tedavinin papatya içerdiği dikkat çekmektedir. Ayrıca yanaklarda kızarıklık, huzursuzluk ve ishal gibi şikayetleri olan çocuklarda, papatyanın yararlı olduğu iddia edilmektedir (1). Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) diş çıkarma sürecindeki ağrıyı yönetmek için çay ağacı ve karanfil yağı bazlı merhemler, bitkisel formülasyonlar, aromaterapi ve homeopatik ilaçları içeren bir dizi yöntem önermektedir. Ancak bu yöntemlerden hiçbirinin diş çıkarma sürecindeki ağrıyı yönetmek için etkinliği kanıtlanmamıştır (3). Bu süreçte ebeveynler bebeklerini rahatlatmak için çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Ebeveynlerin %80’inden fazlası çocuklarının sağlık sorunlarını ve sorunların tedavisi ile ilgili bilgiye internet aracılığı ile ulaştığı belirtilmektedir. Bu bilgiler çocukların belirti, bulgu ve tedavilerinin yönetiminde ebeveynlerin kararlarını etkileyebilmektedir. Özellikle reçetesiz satılan ürünlerin diş çıkarma tedavisi için yeterli kanıt olmamasına rağmen sosyal medyada yaygın olarak önerildiği görülmektedir (22). Diş çıkarma sürecinde ebeveynlerin semptomlarla baş edebilmesi aynı zamanda diş çürüğü riskinin azaltılabilmesi için ilk diş bakımının verilmesi önemlidir. Diş çıkarmamış bebeklerin erken dönemde bile (üç aylık) diş çürüklerine neden olan streptococcus mutans ile karşılaşabilmektedir. Annelerin ağız bakımı alışkanlığı kazandırmak ve streptococcus mutans düzeylerini düşürmek için bebeklerin diş etlerini temiz, ıslak bir bezle her beslenme sonrası temizlemesi gerekmektedir. İlk diş çıkışı görülünce, anne su ile çok küçük başlı, yumuşak bir diş fırçasını hareket ettirerek bakım verebilmektedir (15). Sonuç: Diş çıkarma süreci ebeveynler ve bebekler için uzun, sancılı ve zor bir süreçtir. Bu süreçte çocuk sağlığı alanında çalışan hemşirelerin ebeveynlere rehberlik etmesi gerekmektedir. Diş çıkarma sürecinin yönetiminde ve ağrının hafifletilmesinde etkili olduğu düşünülen, ancak yeterince kanıt bulunmayan yöntemlerle (masaj, bitkisel ürünler, kolyeler gibi) ilgili bilimsel çalışmalar yapılmalı, bu yöntemlerin yararları ve olası yan etkileri araştırılıp, bilgiler güncellenmelidir.

Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 185

çocuklarda LAP a yaklaşım



Çocuklarda 1 cm.den büyük lenf nodu büyümüş kabul edilir.

 Servikal bölgede 1 cm’den; aksiller bölgede 1 cm’den, inguinal bölgede ise 1.5 cm’den , mediastende 1.5 cm, abdomende 2cm.den daha büyük lenf bezlerinin palpe edilmesi durumunda lenfadenopatiden bahsedilir.
Yenidoğan döneminde LAP görüldüğünde ise TORCH akla gelmeli..
SÇ da küçük occipital ve postaurikuler LAP sıktır.
2-5 yas çocuklarını çoğunda servikal lenf nodları palpe edilir.

Adölesanlardaki LAP larda  malignite olasılığı artar. Malignite olasılığı yaşla beraber artmaktadır

Tbc nin endemik olduğu yerde >2cm servikal bölgede antibiyotiğe cevapsız LAP ta %25 Tbc tanısı alır.


Lokalize LAP:

 Servikal bölge LAP inda viral ÜSYE, GAS tonsillit, EBV, viral döküntülü hastalıklar, rubella, eritema enfeksiyosum, toksoplazmosis, HIV, ağız içi enfeksiyonlar, Kawasaki hastalığı, otoimmun hastalıklar, tularemi, tüberküloz, kedi tırmığı hastalığı ve  maligniteler düşünülür. Maligniteler içinde lenfomalar başta gelir.

Aksiller bölgede ise süt çocuklarında BCG-itis, büyük çocuklarda lenfomalar, kedi tırmığı hastalığı, süpüratif lenfadenitler aklak gelir.

 İnguinal bölgede ise özellikle süt çocuğunda perine bölgesine bakılmalı , bez dermatiti değerlendirilmelidir.

Generalize LAP: 

malignite, enfeksiyon, otoimmun hastalıklar akla gelir.
Karın içinde paraaortik  LAP  malignite yönünden incelenmelidir.
 Mezenter LAP ta 2  cm den büyük ise ve sebat ediyorsa yine malignite bakılmalıdır. 


Supraklavikuler LAP=malignite

Çift tarafli ve <2cm ve paket yapmamış , yumuşak LAP genelde viral .
Tek taraflı, >2cm, sıcak, hassas, eritemli genelde bakteriel.

Ancak multipl bezelye buyukluğunde occipital LAP bazen ALL de de görülebilir.

Tanıda başlangıç olarak , tam kan sayımı, ürik ait, LDH, kalsiyum gibi biokimya, CRP, sedim, EBV , CMV, PPD ve Akciğer grafisi istenir. 
Öykü ve fizik muayenede spesifik bir hastalık varsa ona yönelik testler istenir, boğaz kültürü gibi, gerekirse ultrason , periferik yayma yapılır.

Malignite açısından riskli durumlar:

*Supraklavikuler, alt servikal LAP
*Semptomsuz , sert, fikse, paket yapmış LAP,
*2cm den büyük, 2 haftalık antibiyotik tedavisine cevapsız LAP
*Sistemik semptomlar, 1 haftadan uzun süren ateş, gece terlemesi, %10 dan fazla tartı kaybı
*Anormal göğüs grafisi
*Anormal tam kan sayımı,
*Tedaviye rağmen yüksek akut faz reaktanları,

2 yaşından büyük çocuklarda epitroklear, supraklavikuler, post.auriculer, suboccipital, popliteal LAP anormal kabul edilir.

3 cm’den büyük lenf bezleri malignite açısından daha risklidir.

Tedavide :
 1.kuşak sefalosporin ya da amoksilin/klavunat verilir.

2 cm den küçük servikal LAP enfeksiyon bulgusu yok ve malignite düşündürmüyorsa 10-14 gözlemlenir. 
Küçülmesse tam kan sayımı, sedim, CRP, EBV, CMV, HIV bakılır ve antibiyotik başlanır...
2cm den büyükse ek olarak PPD ve Akciğer grafisi istenir. 
4.haftanın sonunda küçülme yoksa biyopsi yaplır.

Ultrason bulguları:

Ultrasonografide lenf bezinin uzun aksının, kısa aksa olan oranı 2’ nin altında ise malginite yönünden patolojik kabul edilmelidir. Yani malign hücre infiltrasyonlarında lenf bezinin fizyolojik olan ovoid yapısı kaybolur. 
Hiler ekojenite kaybı , silinmiş ,incelmiş hilus.
Hiler vaskülarite kaybı, heterojen, kaotik bir vasküler yapı malignite lehinedir.
 Vaskülarite malignitelerde hiler bölgelerde azalır, periferde artar, kaotik bir görünüm alır.
vasküler direnç artmıştır.


Lenfadenopati bölgesinde ağrı varsa, ateş eşlik ediyorsa çocuğun yaşı da 5 yaş altında ise bu sıklıkla akut lenfadenittir.
 İltihaplı bölge sıcak ve ağrılıdır. Etkenler sıklıkla  S. aureus, S. pyogenes tir, anaeroblar  da etken olabilir. 
Yaşı küçük, ateşi yüksek, bakteriyemi bulguları olan vakalar hastanede yatırılarak izlenmelidir. 
Tedavide ampisilin sulbaktam, sefuroksim gibi gram pozitif etkenlere ağırlıkla etki eden antibiyotikler tercih edilir.


ANTİVİRAL UÇUCU YAĞLAR

   ANTİVİRAL UÇUCU YAĞLAR Aromaterapide kullanılan uçucu yağların, antimikrobiyal, antiviral, antifungal, antienflamatuar etkileri nedeni il...