25 Şubat 2019 Pazartesi
BAŞARILI EMZİRME VE SIK RASTLANAN SORUNLAR
Anne sütü ile beslenme, çocuğun sağlığı ve gelişmesi için ana koşuldur.
Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF gibi birçok kuruluş da ilk 6 ayda tek başına anne sütü verilmesini ve uygun ek besinler ile birlikte olmak koşulu ile emzirmenin en az 2 yaşa kadar sürdürülmesini önermektedir.
Ancak ülkemizde TNSA verilerine göre tek başına anne sütüyle beslenme oranlarının ilk ay % 68,9 iken, 2-3.ayda % 42’e düşmesi tüm gebe ve annelerin, bu konuda daha fazla eğitim ve desteğe ihtiyacı olduğuna işaret etmektedir.
Başarılı emzirme için gereken iki bileşen, süt yapan ve boşaltan bir meme ile etkin olarak emen bir bebektir.
Bebeğin etkin emebilmesi için annenin bebeği tutuşu ve bebeğin memeye yerleşmesi önemli iken, memenin tam boşaltılabilmesi için de emzirmenin uygun süre ve sıklıkta olması gereklidir.
Anne sütü yapımı, bebeğin sık aralarla ve doğru teknikle emzirilmesi sonucu artar.
Ayrıca doğru teknikle emzirme meme başı çatlağı, memede tıkanıklık gibi sık görülen meme sorunlarının önlenmesi için de önemlidir.
Anne en rahat olduğu pozisyonda bebeği emzirmelidir. Memeyi C- şeklinde tutmalı, parmaklar areoladan uzakta olmalı, memeye baskı yapmamalıdır.
Bebeğin rahat emebilmesi için ise pozisyonunda 4 temel özellik olmalıdır: 1.Kulak, omuz ve kalçası düz bir hat oluşturmalıdır; 2. Bebek anneye yaklaşmalı, anne bebeğin üzerine eğilmemelidir. 3.Başından, omuzlarından ve poposundan desteklenmelidir. 4.Yüzü memeye bakarken burnu meme başına yönlendirilmelidir.
Bebeğin etkin emmesini sağlayabilmek için klasik emzirme pozisyonu dışında koltukaltı emzirme, yatarak emzirme, ters taraftan emzirme gibi diğer pozisyonlar da denenebilir.
Memeye iyi yerleşmiş bir bebeğin çenesi memeye dayanmış, ağız geniş açık, alt dudak dışa doğru dönük ve areola ağzın üst kısmında alt kısmına göre daha fazla görünüyor olmalıdır.
Etkin olarak emen bir bebekte: 1.Yavaş tempoda derin emme hareketleri yapar, yutma sesi duyulur. 2.Yanaklar dolgundur, içeri doğru çekilmez.
3.Bebek emme sırasında sakindir.
4.Emmeyi kendi kendine bırakır ve tatmin olmuş görünür.
5.Anne memelerinde ağrı hissetmez.
Bebeğin son sütü alabilmesi ve süt yapımının artması için, bir meme tamamen boşalması gerekir. Bu süre 5-30 dakika arasında değişebilir.
Etkin emen bir bebek emzirmenin başında çoğu kez vücudu gerginken; doydukça gevşer.
Bebeklerin çoğu doyduklarında memeden ayrılır, bazıları ise uyuyana kadar, kısa kısa emmeye devam eder.
Memeye iyi yerleşmeme nedenleri arasında emzirmeye geç başlama, emzik ve/veya biberon kullanımı, bebeğin küçük ve zayıf olması, memede tıkanıklık, deneyimsiz anne ve profesyonel desteğin eksikliği sayılabilir.
Etkin emmenin gerçekleşememesi sonucunda ise meme başında ağrı, çatlak, memede gerginlik, süt kanallarında tıkanıklık, bebeğin tam doymaması, memeyi reddetmesi ve yeterli tartı alamama durumu ortaya çıkabilir.
Emzirme sırasında en sık rastlanan sorunlar:
1. Yetersiz Süt Anne sütünün yetersizliği nadir görülen bir durumdur.
Gebelikte yetersiz meme gelişimi, geçirilmiş meme operasyonları, gebelik öncesi obezite, PCO, preeklampsi, plasenta artığının kalması, hipofizer yetersizlik, tiroid hastalıkları yetersiz anne sütüne neden olabilir.
Ancak daha sıklıkla emzirme tekniğindeki yanlışlar nedeniyle bebek yeterince anne sütü alamıyor olabilir.
En yaygın nedeni memelerin tam olarak boşaltılamamasıdır.
Emzirme tekniğindeki sorunlar, sık ve yeterli süre emzirmeme altta yatan başlıca etmendir.
Yetersiz süt belirtileri:
A. Güvenilir bulgular:
• Doğumdan sonra 2. haftada doğum tartısına ulaşamamak,
• İlk 6 ayda ayda 500 gr altında kilo alımı,
• İlk 2 günde günde 2-3 kez, üçüncü gün 3, dördüncü gün 4, altıncı günden sonra 6 bezden az konsantre idrar yapımı anne sütünün alımının yetersiz olduğunu düşündürür.
B. Olası belirtiler:
• Bebeğin uzun ve sık emmesi
• Emdikten sonra rahatlamaması
• Memeyi reddetmesi
• Sert, kuru ve seyrek dışkılaması
• Az dışkılama
• 5. günde hala mekonyum çıkarıyor olmasıdır.
Süt yapımını ve alımını artırmak için öncelikle nedenin belirlenmesi gerekir.
1.En sık görülen nedenler annenin psikolojik durumu ve emzirme tekniği ile ilgili faktörler olduğundan, iletişim becerilerinin kullanılarak annenin rahatlaması ve gevşemesinin, teknik destek ile sütün sık ve tam olarak boşaltılması, en az 8 kez emzirme, meme masajı, memeyi küçük fiskelerle uyarma, sallama, meme başının uyarılması, gerektiğinde emzirme sırasında memeye bası uygulama ya da emzirme ekleyici kullanılması, sigara ve kafein kullanımında kaçınılması varsa altta yatan tıbbi sorunların tedavi edilmesi çoğu durumda beslenme desteğine gerek kalmadan sorunu çözecektir.
Ancak bazı durumlarda, süt miktarı artana kadar geçici olarak beslenme desteği sağlamak gerekebilir.
2. Aşırı Süt yapımı : Bir memenin tam boşaltılamadan diğer memeden emzirmeye devam edilmesi kontrolsüz süt yapımına neden olabilir.
Böyle bir durumda beslenme dışındaki zamanlarda da memelerden sürekli süt akımı, dolgunluk, süt kanallarında tıkanıklık ve abse gibi sorunlar ortaya çıkarken, bebekte son sütü alamadığı için gaz sancıları, kilo alamama, sık sulu dışkılama gibi malabsorbsiyon benzeri bulgulara neden olabilir.
Her emzirme sonrası memenin boşalıp boşalmadığı kontrol edilmeli, gerekirse boşaltılmalıdır.
Aşırı süt yapımı bebeğin emmesini bozuyor ya da tıkanıklığa yol açıyorsa anne sırt üstü ya da yan yatarak bebeği emzirmelidir.
3. Ağrılı meme başı, meme başı çatlağı :Ağrılı meme başı, meme başı çatlağı sık görülen, emzirmenin erken dönemlerinde ortaya çıkabilen ve emzirmenin sürdürülmesinde sorun oluşturan durumlardan biridir.
Başlıca nedeni emzirme tekniğindeki sorunlar, etkin olmayan emme, bebeğin memeden aniden çekilmesi ve süt pompalarının uygun şekilde kullanılmamasıdır.
Bu durumda emzirmeye daha az ağrılı taraftan başlanmalı, pozisyonun her emzirmede değiştirilmeli, meme başı temizliği sade su ile bir kez yapılmalı, meme başı ve areolaya son sütün sürülmeli ve açık havada kurutulmalı, petler kullanılmamalıdır.
Ayrıca çatlaklar hep aynı tarafta oluyorsa dil bağı araştırılmalı, gerekirse kesilmelidir.
Bu arada anne parasetamol içeren ağrı kesiciler alabilir.
Sıklıkla bir haftada iyileşme görülür.
Biberon ve ya emzik kullanımı emme şaşkınlığına neden olabileceğinden kullanılmamalıdır.
Uzun süreli geçmeyen çatlaklarda meme başı etrafında parlak kızarık renk, memede derinden ağrı, batma, sızlamalar varlığında meme başı kandida infeksiyonu açısından değerlendirilmelidir.
Nistatin içeren ilaçlar hem bebek hem de anneye en az 1 hafta uygulanmalı, meme başının kuru kamasına özen gösterilmelidir.
4. Düz ya da çökük meme başı :Meme tabanındaki yapışıklıklara bağlıdır.
Emzirme sırasında önemli olan meme başı ve areolanın esnekliği olup, bebeğin ağzında meme başı ve areolanın meme başı oluşturmasıdır.
Meme başının durumu genelde emzirmeyi etkilememektedir.
Emzirme sırasında salgılanan hormonlar meme başının ereksiyonunu da sağlamamaktadır.
Meme başı işaret ve baş parmaklar arasında tutulduğnda areola altına gömülüyorsa tabanda yapışıklıktan bahsedilir. Bu durumda yuvarlama ya da germe tarzında masajlar yararlı olabileceği gibi, pompa ya da bazı aparatlar da sınırlı olarak kullanılabilir.
5. Memede dolgunluk: Memenin yeterli süre ve sıklıkta uygun teknikle emzirilmemesi sonucunda ortaya çıkar. Emzirmenin ilk günlerinde sıktır. Meme dolgun, yumuşak ve ağrısızdır. Memede gerginlik yoktur, oksitosin refleksi canlıdır, meme başından süt akar,
Tıkanık meme varlığında ise meme ağrılı ve gergindir, süt akmaz. Ateş olabilir. Emzirme öncesi ılık duş, memeye ılık yaş pansuman, sırt ve memeye masaj, emzirme sonrası memeye soğuk uygulama önerilir. Bebek sık emzirilmelidir.
Dar giysi ve sütyen kullanılmaması, gerekiyorsa memenin sağılması, annenin dinlenmesi ve ağrı kesiciler kullanması mastite gidişi önler.
6. Tıkalı süt kanalları: Memede kitle, duyarlılık ve kızarıklık vardır. Anne sütünün yeterli boşaltılamaması ve kanallara bası yapacak kadar dar giysiler giyilmesi en önemli nedenlerdir. Memeye ılık yaş pansuman, masaj, bebeği uygun teknikle sık sık emzirmek, elle ya da pompa ile boşaltmak önemlidir. 48 saat içinde gerileme olmazsa analjezik ve antibiyotik uygulanabilir.
7. Mastit : Doğumdan birkaç hafta sonra ortaya çıkan, meme başı çatlaklarından S. Aureus, E. Coli gibi mikroganizmaların yol açtığı meme dokusu selülitidir. Ateş, memede şiddetli ağrı, sertlikler, kızarıklık, üşüme ve titreme ile ortaya çıkar. Sık emzirme, memeyi boşaltma, soğuk kompres uygulama, analjezik ve antibiyotik kullanımı, yatak istirahati ve sıvı alımı gerekir. Abse varlığında cerrahi boşaltma gerekebilir.
8. Emmeyi reddetme :Bebek isteksizdir, emmez veya zayıf emer ya da istekli olduğu halde memeye yerleşemez, kısa sürede memeden ayrılır, ağlayarak emmeyi reddeder. Bebeğe ya da anneye ait faktörler bebekte meme reddine sebep olabilir.
Çözüm olarak öncelikle etkenin onun ortadan kaldırılması gerekir. Bebek aç değilken, sakin bir ortamda anneyle ten-tene temas sağlanmalıdır.
Bebek uykulu ise üzerindeki örtüler açılmalı, kalın giysiler çıkarılmalı, daha dik pozisyonda tutulmalı, nazikçe gövdesine masaj yapılmalı, yarım saat bekleyip tekrar denenmelidir.
Ağlarken bebeği emmeye zorlamamalı, bebek isteyerek memeden emene kadar süt sağılarak fincanla ya da emzirme destek sistemleri ile verilmelidir.
Anne sütü her bebeğin hakkıdır. Bebeklerimizin en az 2 yaşına kadar anne sütü alabilmesi için her fırsatta annelere etkin emzirme konusunda eğitim verilmeli, sorunların çözümünde anneye destek olunmalıdır.
DoçDr. Nalan Karabayır
Ulusal Sosyal Pediatri Sempozyumu 13 – 14 Ekim 2017
23 Şubat 2019 Cumartesi
Çocukluk Çağında Hipoglisemi
Çocukluk Çağında Hipoglisemi
Hipoglisemi, plazma glukoz düzeyinin 50 mg/dl den düşük olması olarak tanımlanır.
En sık yenidoğan ve süt çocukluğu döneminde görülür.
Özellikle prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde metabolik rezervlerin düşük olması
nedeniyle veya sepsis, doğum asfiksisi, hipotermi gibi enerji harcanımının arttığı durumlarda
yaşamın ilk günlerinde yenidoğan bebeğin glukoz dengesinde geçici bozukluklar sık olarak görülür.
Miadında doğan bir bebekte yüzey alanı / vücut kitlesi oranı erişkinden iki kat daha fazladır.
Ayrıca bebeklerde beyin / vücut kitlesi oranı artmıştır.
Glukoz gereksinimin yüksek olmasına karşın yenidoğan döneminde glukoz üretimi daha düşüktür.
Bu nedenlerle bazal enerji gereksinimi yenidoğan ve süt çocukluğu döneminde artmıştır. .
Yenidoğan döneminde görülen hipoglisemilerin bazıları geçici olurken,
bir kısmı kalıcı olup dirençlidirler
Yenidoğan döneminde başlayıp, süt çocukluğu döneminde devam eden dirençli hipoglisemilerin
nedenleri arasında: Hiperinsülinizm, Hormon eksiklikleri, Glikojenoliz bozuklukları,
Glukoneogenez bozuklukları,yağ asit oksidasyon bozuklukları sayılabilir.
2 yaş üstü çocuklarda en sık hipoglisemi nedeni ise Hızlanmış açlığa bağlı hipoglisemidir
(Ketotik hipoglisemi ).
Daha az sıklıklar malnutrisyon, diyabetli çocuklarda fazla insülin kullanımı sonucu,
ağır karaciğer hastalıklarının seyrinde görülebilir.
En sık yenidoğan ve süt çocukluğu döneminde görülür.
Özellikle prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde metabolik rezervlerin düşük olması
nedeniyle veya sepsis, doğum asfiksisi, hipotermi gibi enerji harcanımının arttığı durumlarda
yaşamın ilk günlerinde yenidoğan bebeğin glukoz dengesinde geçici bozukluklar sık olarak görülür.
Miadında doğan bir bebekte yüzey alanı / vücut kitlesi oranı erişkinden iki kat daha fazladır.
Ayrıca bebeklerde beyin / vücut kitlesi oranı artmıştır.
Glukoz gereksinimin yüksek olmasına karşın yenidoğan döneminde glukoz üretimi daha düşüktür.
Bu nedenlerle bazal enerji gereksinimi yenidoğan ve süt çocukluğu döneminde artmıştır. .
Yenidoğan döneminde görülen hipoglisemilerin bazıları geçici olurken,
bir kısmı kalıcı olup dirençlidirler
Yenidoğan döneminde başlayıp, süt çocukluğu döneminde devam eden dirençli hipoglisemilerin
nedenleri arasında: Hiperinsülinizm, Hormon eksiklikleri, Glikojenoliz bozuklukları,
Glukoneogenez bozuklukları,yağ asit oksidasyon bozuklukları sayılabilir.
2 yaş üstü çocuklarda en sık hipoglisemi nedeni ise Hızlanmış açlığa bağlı hipoglisemidir
(Ketotik hipoglisemi ).
Daha az sıklıklar malnutrisyon, diyabetli çocuklarda fazla insülin kullanımı sonucu,
ağır karaciğer hastalıklarının seyrinde görülebilir.
HİPOGLİSEMİN BELİRTİ VE BULGULARI:
Otonom sinir sisteminin aktivasyonu ve adrenalin salınımı sonucu çıkan bulgular
kan şekerinin hızlı düşüşü ile birlikte olup, akut hipoglisemi semptomları olarak kabul edilir:
Terleme, solukluk, halsizlik, baş dönmesi, açlık hissi, endişe, korku,
bulantı, kusma, taşikardi, tremor, uyku hali.
kan şekerinin hızlı düşüşü ile birlikte olup, akut hipoglisemi semptomları olarak kabul edilir:
Terleme, solukluk, halsizlik, baş dönmesi, açlık hissi, endişe, korku,
bulantı, kusma, taşikardi, tremor, uyku hali.
Azalmış serebral glukoz kullanımı sonucunda görülen semptomlar:
Kan şekerindeki yavaş düşüşlerle birlikte olup, kronik hipoglisemi semptomları olarak kabul edilir.
baş ağrısı, mental konfüzyon, görme bozuklukları (bulanık görme, çift görme),
huzursuzluk, konuşma, düşünme ve konsantrasyon zorluğu,
bilinç kaybı, koma, tremor, konvulziyon, kişilik değişiklikleri,
ataksi, amnezi, deserebre veya dekortike postür
Kan şekerindeki yavaş düşüşlerle birlikte olup, kronik hipoglisemi semptomları olarak kabul edilir.
baş ağrısı, mental konfüzyon, görme bozuklukları (bulanık görme, çift görme),
huzursuzluk, konuşma, düşünme ve konsantrasyon zorluğu,
bilinç kaybı, koma, tremor, konvulziyon, kişilik değişiklikleri,
ataksi, amnezi, deserebre veya dekortike postür
Yenidoğan ve sütçocukluğunda ağır hipoglisemin en sık görülen nedeni hiperinsülinizmdir.
Hiperinsülinizm familyal bir özellik gösterir.
Klasik olarak hiperinsülinizmli bebekler makrozomiktirler ve
diyabetik anne bebeğini anımsatırlar.
Bazı bebekler prematür, düşük doğum ağırlıklı veya gestasyonel yaşına uygun olabilir.
Tipik olarakdoğumdan sonraki ilk saatlerden itibaren semptomatik olur ancak,
bazıları bir yıla kadar geciken dönemlerde belirti ve bulgu verebilir.
Yenidoğan döneminde şiddetli hipoglisemiyle seyreder.
Glukoza gereksinimi çok yüksektir, sıklıkla 15-20 mg/kg/dak.dan fazladır.
Hiperinsülinizm familyal bir özellik gösterir.
Klasik olarak hiperinsülinizmli bebekler makrozomiktirler ve
diyabetik anne bebeğini anımsatırlar.
Bazı bebekler prematür, düşük doğum ağırlıklı veya gestasyonel yaşına uygun olabilir.
Tipik olarakdoğumdan sonraki ilk saatlerden itibaren semptomatik olur ancak,
bazıları bir yıla kadar geciken dönemlerde belirti ve bulgu verebilir.
Yenidoğan döneminde şiddetli hipoglisemiyle seyreder.
Glukoza gereksinimi çok yüksektir, sıklıkla 15-20 mg/kg/dak.dan fazladır.
İnfant dönemi dışında hipogliseminin en sık görülen nedeni hızlanmış açlıktır.
ketotik hipoglisemi :
Tipik olarak hipoglisemi 1,5-5 yaş civarında ve erkek çocuklarda daha sık görülür ve
8-9 yaştan sonra nadiren görülür.
Hızlanmış açlığı olan çocukların çoğu zayıf ve ince yapılı olup, azalmış kas kitlesine sahiptirler
ve çoğunda SGA öyküsü vardır.
Hipoglisemi genellikle minör bir enfeksiyonun ardından,
sıklıkla sabahleyin ortaya çıkar ve bir gün önceden akşamdan az yemek yeme veya
kahvaltı yapmama öyküsü vardır.
Tedavide uzamış açlık periyotlarından kaçınılması önemlidir.
Gece yatarken karbohidrat ve protein içeren ara öğünler verilmeli,
infeksiyöz hastalıklara maruziyette karbohidrattan zengin içecekler sık aralıklarla verilmeli,
yatmadan önce çiğ nişasta verilebilir.
ketotik hipoglisemi :
Tipik olarak hipoglisemi 1,5-5 yaş civarında ve erkek çocuklarda daha sık görülür ve
8-9 yaştan sonra nadiren görülür.
Hızlanmış açlığı olan çocukların çoğu zayıf ve ince yapılı olup, azalmış kas kitlesine sahiptirler
ve çoğunda SGA öyküsü vardır.
Hipoglisemi genellikle minör bir enfeksiyonun ardından,
sıklıkla sabahleyin ortaya çıkar ve bir gün önceden akşamdan az yemek yeme veya
kahvaltı yapmama öyküsü vardır.
Tedavide uzamış açlık periyotlarından kaçınılması önemlidir.
Gece yatarken karbohidrat ve protein içeren ara öğünler verilmeli,
infeksiyöz hastalıklara maruziyette karbohidrattan zengin içecekler sık aralıklarla verilmeli,
yatmadan önce çiğ nişasta verilebilir.
HİPOGLİSEMİNİN TANISI
Normal erişkinlerde plazma glukoz düzeyi akut olarak 60 mg/dl’ ye inince semptomlar oluşur ve
plazma glukoz düzeyi 50 mg/dl ‘nin altına inmesiyle beyin fonksiyonlarında bozulma başlar.
Çocuklarda SSS’indeki fonksiyonel değişiklikler plazma glukozu 47 mg/dl altına düşünce başlar.
Plazma glukozunun fizyolojik alt sınırları 50-60 mg/dl civarındadır.
Plazma glukoz düzeyinin < 50 mg/dl olması hipoglisemidir ve hemen tedavi edilmelidir.
plazma glukoz düzeyi 50 mg/dl ‘nin altına inmesiyle beyin fonksiyonlarında bozulma başlar.
Çocuklarda SSS’indeki fonksiyonel değişiklikler plazma glukozu 47 mg/dl altına düşünce başlar.
Plazma glukozunun fizyolojik alt sınırları 50-60 mg/dl civarındadır.
Plazma glukoz düzeyinin < 50 mg/dl olması hipoglisemidir ve hemen tedavi edilmelidir.
Dikkatli bir öykü ve doğru bir fizik muayene tanıda önemli ip uçları verir.
Hipogliseminin etyolojisinin aydınlatılması için kritik örnek dediğimiz,
tam hipoglisemi anında alınacak kan örneklerinde tetkikler yapılmalıdır.
Bu tetkikler:
Glukoz, keton, insülin/C-Peptid, kortizol, growth hormon ,
kan pH, HCO3, laktat/piruvat, total/serbest karnitin, aminoasitler,
serbest yağ asidi, idrarda redüktan madde, organik asitler.
Hipogliseminin etyolojisinin aydınlatılması için kritik örnek dediğimiz,
tam hipoglisemi anında alınacak kan örneklerinde tetkikler yapılmalıdır.
Bu tetkikler:
Glukoz, keton, insülin/C-Peptid, kortizol, growth hormon ,
kan pH, HCO3, laktat/piruvat, total/serbest karnitin, aminoasitler,
serbest yağ asidi, idrarda redüktan madde, organik asitler.
HİPOGLİSEMİ TEDAVİSİ
Hafif ve orta düzeyde hipoglisemide, ağızdan beslenmeyle meyve suyu veya süt
verilerek normoglisemi sağlanabilir.
Ağızdan beslenmeyle düzelmeyen veya ağır hipoglisemilerde intravenöz tedavi yapılır.
Yenidoğanda orta ve ağır hipoglisemi tedavisinde ilk seçenek parenteral tedavi olmalı.
Kritik kan örneği alındıktan hemen sonra 2 ml %10 luk glukozun intravenöz olarak
5-10 dakikada verilmesini takiben 6-8 mg/kg/dak. olacak şekilde glukoz infuzyonu yapılır.
İV bolus glukozdan 15 dakika sonra plazma glukoz düzeyi belirlenir,
eğer hipoglisemi devam ediyorsa 5 ml/kg %10 luk dekstroz iv bolus olarak verilir ve
glukoz infüzyonu %20’ye kadar arttırılabilir.
Yüksek konsantrasyondaki glukoz infüzyonu için
periferal venler yerine santral kateterler kullanılır.
Çok düşük ağırlıklı veya ağır hipoglisemik yenidoğanda lipid infüzyonu da kullanılabilir.
verilerek normoglisemi sağlanabilir.
Ağızdan beslenmeyle düzelmeyen veya ağır hipoglisemilerde intravenöz tedavi yapılır.
Yenidoğanda orta ve ağır hipoglisemi tedavisinde ilk seçenek parenteral tedavi olmalı.
Kritik kan örneği alındıktan hemen sonra 2 ml %10 luk glukozun intravenöz olarak
5-10 dakikada verilmesini takiben 6-8 mg/kg/dak. olacak şekilde glukoz infuzyonu yapılır.
İV bolus glukozdan 15 dakika sonra plazma glukoz düzeyi belirlenir,
eğer hipoglisemi devam ediyorsa 5 ml/kg %10 luk dekstroz iv bolus olarak verilir ve
glukoz infüzyonu %20’ye kadar arttırılabilir.
Yüksek konsantrasyondaki glukoz infüzyonu için
periferal venler yerine santral kateterler kullanılır.
Çok düşük ağırlıklı veya ağır hipoglisemik yenidoğanda lipid infüzyonu da kullanılabilir.
İV glukoza yanıt alınamıyorsa:
-Hidrokortizon, 5 mg/kg/gün İV olarak veya 12 saatte bir oral verilir veya
prednison oral olarak 1-2 mg/kg/gün 6-12 saatte bir prednison.tablet verilir.
prednison oral olarak 1-2 mg/kg/gün 6-12 saatte bir prednison.tablet verilir.
-Glukagon 30 mg/kg iv veya im olarak intravenöz glukoz ile birlikte verilebilir.
Yenidoğan döneminde glukagon dozu 300 mg/kg’ a kadar çıkılabilir.
Yenidoğan döneminde glukagon dozu 300 mg/kg’ a kadar çıkılabilir.
- Adrenalin 1/200 subkütan olarak verilir.
-Growth hormon 1 Ü/gün subkütan olarak iv glukoza ilaveten verilir.
-Hiperinsülinizm tedavisi: Medikal tedavide ilk seçenek Diazoksit kullanımıdır.
Oral olarak 10-25mg/kg/gün 6 saatte bir verilir.
Yan etkileri: Hipertrikozis, hiperürisemi, su retansiyonu,
hipotansiyon, lökopeni ve trombositopenidir.
Oral olarak 10-25mg/kg/gün 6 saatte bir verilir.
Yan etkileri: Hipertrikozis, hiperürisemi, su retansiyonu,
hipotansiyon, lökopeni ve trombositopenidir.
Somatastatin analogları(Octreotide): 5-20 µg/kg/gün İV veya SC infüzyonla verilir.
Yan etkileri: GH,TSH ve ACTH nın süpresyonu, steatore, kolestazis,azalmış büyüme hızı.
Yan etkileri: GH,TSH ve ACTH nın süpresyonu, steatore, kolestazis,azalmış büyüme hızı.
Glukagon: İV infüzyonla verilir.
Kalsiyum Kanal Blokörleri(Nifedipin): 0.25-2.5 mg/kg/gün iki doza bölünerek verilir.
En önemli yan etkisi hıpotansiyondur.
En önemli yan etkisi hıpotansiyondur.
Medikal tedaviye yanıt alınamayan vakalarda cerrahi tedavi olarak tümör eksisyonu,
subtotal pankreatektomi veya total pankreatektomi yapılır ve
bu olgulara insülin replasmanı yapılır
subtotal pankreatektomi veya total pankreatektomi yapılır ve
bu olgulara insülin replasmanı yapılır
Prof.Dr. Bilgin Yüksel
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Pediatrik Endokrinoloji ve Metabolizma BD Öğretim Üyesi
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Pediatrik Endokrinoloji ve Metabolizma BD Öğretim Üyesi
14 Şubat 2019 Perşembe
ateş
ATEŞ:
>3 ay oral 37.8 ,
axiller , timpanik ve alında 38 ve üstü ateştir.
Ateş yüksekliğinden ziyade çocuğun klinliği önemlidir.
Hastalık
değil, fizyolojik bir savunma cevabidir
Ateşi
hastalığın gidişatını kötüleştirdiğine dair bir kanıt yoktur.
40 üzerinde
ateşin beyinde sekel biraktığına dair veri yok.
Ateş
düşürmede primer amaç çocuğun konforunu sağlamaktır.
İstirahat ve
sıvı desteği önemli.
Dehidrate çocukta
antipretik renal fonksiyonları bozabilir.
Ateşin antipiretiğe
hızlı yanıt vermesi bakteryel viral ayrımı yaptırmaz.
Dönüşümlü ilaç
kullanımı toksiteye neden olacağından önerilmez.
Özellikle semptomatik
tedavide kullanılan ilaçlarla birlikte kullanmak kandaki düzeyi arttırıp toksiteyi
arttırır.
Ateşli çocukta
soğuk uygulama yapılacaksa önce antipretik verip en az 30 dakika sonra soğuk
uygulama yapılmalı.
Sıcak çarpmasiında
antipretik etkili değildir.
13 Şubat 2019 Çarşamba
Sağlam çocuk taraması
İşitme:
İlk 1 ay içinde işitme taraması yapılmalı. İşitme ile ilgili
bir sorun varsa ilk 3 ayda tanı konmalıdır.
Görme:
Doğumda, 6.ayda, 3. ve
5 yaşta yapılmalı.
Kırmızı refle testi ilk 3 ayda tüm bebeklere yapılmalı.
Kırmızı refle testi ilk 3 ayda tüm bebeklere yapılmalı.
3-4 yaşta şaşılık ve amlodipi için taranmalı.
Anemi:
6-12 ay arasında bir kez yapılmalı.
Kız çocuklarında menarşta hb ve hct bakılmalı.
Kız çocuklarında menarşta hb ve hct bakılmalı.
Düzenli her yıl kan sayımı yaptırmanın etkisi gösterilememiş.
Hiperlipidemi : 2 yaştan sonra
Obesite : BMI 2 yaş
sonrası
HT : 3 yaştan itibaren tansiyon bakılmalı.
İYE: ilk yaşta , 5 yaş ve adolensda idrar tetkiki
Diş: 3 yaştan itibaren 6 ayda bir kontrol.
Süt Çocuklarında Yalancı Kabızlık Tedavi Gerektirir mi?
Anne sütü, içeriğindeki whey proteininin özelliğinden dolayı
sindirimi kolay bir besindir. Anne sütü
alan bebeklerde bağırsak hareketlerini arttıran bir hormon olan motilinin
plazma seviyeleri yaşamın ilk haftalarında yüksektir . Buna bağlı olarak
gastrokolik refleks çok daha aktiftir. Bu refleks ilk haftalardan sonra hızla
azalır ve bebeklerin bir kısmında seyrek dışkılama başlar.
Bu tablonun oluşum mekanizması tam olarak bilinmez
Şu ana kadar üç
farklı görüş öne sürülmüştür. Birincisi, anne sütünün sindiriminin çok iyi
olmasından dolayı geride bıraktığı posa oranının az olmasıdır . İkincisi,
sindirilmiş anne sütünün kalın bağırsağa ulaşmadan ince bağırsaklarda daha uzun
süre bekleyebilmesidir. Bu durum ince barsak immatüritesi ile açıklanmaktadır .
Üçüncüsü ise anne sütünün içeriğinin, annenin beslenme alışkanlığından doğrudan
etkilenmesi sonucu bağırsak hareketleri ve sindirim paterninin bebekten bebeğe
değişmesidir.
Yalancı kabızlığın diğer adıyla seyrek dışkılamanın,
kabızlıktan ayrımı önemlidir.
Yalancı kabızlık yalnızca anne sütü alan bebeklerin sorunudur.
Bebek yaşamın ilk günlerinde normal dışkılar. Seyrek
dışkılama 2.-3. haftalarda başlar.
Burada, anne sütünün
çok az posa bırakması nedeniyle rektumda dışkılama refleksini oluşturacak kadar
gaita birikimi için süre geçmesi gerekmektedir.
Seyrek yapılan bu dışkı hiçbir zaman sertleşmez.
Bebeğin keyfi
çoğunlukla bozulmaz.
Bu durum bebek altı
aylık olduktan ve ek gıdalara başlandıktan sonra genellikle kaybolur .
Öykü ve fizik muayene
de ayırıcı tanı için çok önemlidir.
Rektal tuşe
yapılması, anal darlığı veya pelvik bir kitleyi ekarte etmemize yardımcı
olabilir.
Tanıdan emin olunmadığı, çocuğun ve ailenin huzursuz olduğu
durumlarda, çocuk hekimlerince düzenli olarak takip yapılması gerekebilir.
Yalancı kabızlıkta medikal tedaviye gereksinim yoktur.
Bazen aile kolik ağrılardan yakınabilir. Bu durumda karın
masajı ve çocuğun bacaklarını bisiklet sürer gibi hareket ettirmek işe
yarayabilir.
Rektal stimülasyona gereksinim yoktur.
Okmeydanı Tıp Dergisi 31(2):107-108, 2015
12 Şubat 2019 Salı
ÇOCUKLARDA AKILCI ANTİBİYOTİK KULLANIMI
1- YUMUŞAK DOKU ENFEKSİYONLARI :
ky: 62.Milli Pediatri Kongresi , kasım 2018
impetigo:
fusidik asit ( fusidin),
mupirosin ( bacoderm, bactroban)
*****************************************************
fronkül, karbonkül, abse:
subcutan dokuda abseler
subcutan dokuda abseler
daha derindedir.
hafif lezyonda : <5cm. hafif insizyonel drenaj.
orta lezyonda hafif sistemik bulgular olabilir. drenaj ve MRSA için mutlaka kültüre yollanmalı.
tedavide :
MRSA da TMP-SMX ( bactrim. ) 8-12mg/kg/gün TMP 2x1
MSSA da sefaleksin (sef, maksipor) 25-50mg/kg/gün 2x1
ağır lezyonda toksiktir ve sespsis bulguları var. yatırılmalı.
MSSA: sefazolin ya da klindamisin
MRSA: vanko
*yumuşak doku enfeksiyonlarında en sık kullandığımız: bactrim, sefaleksin , klindamisin.
*****************************************************
erizipel., selülit : daha ciddi seyirlidir.
Selülit, dermis ve subkutan dokunun;
erizipel ise üst dermis ve yüzeysel lenfatiklerin akut, bakteriyel, inflamasyonu
Selülit, dermis ve subkutan dokunun;
erizipel ise üst dermis ve yüzeysel lenfatiklerin akut, bakteriyel, inflamasyonu
yüz bölgesinde enfeksiyon ciddidir.
hafif enfeksiyon vakası: oral, pen V, sefalosporin ,klindamisin
orta vaka: İV , seftriakson, klindamisin, penisilin.
ağır vaka: nekrotizan acıdan değerlendirilmeli. vankomisin ya da lisenolidle beraber piperasilin, karbapenem, seftriakson ve metronidazol.
nekrotizan enfeksiyonda penisilin ve klindamisin verilir...
yumusak doku enfeksiyonların komplikasyon yüksektir.
2 -AKUT OTİTİS MEDİA:
<6 ay,
otore varlığı ,
şiddetli klinik = siddetli kulak ağrısı 39 ateş , kulak ağrısı 48 saattir devam etmesi,
2 yas ve bilateral otit : mutlaka antibiyotik almalı.
AAP 2 yaş üstü ve tek tarafli , otore yoksa 24 saat gözlenebilir.
pürülan konjoktivit varsa : HiB
tedavi 72 saat sonra değerlendirilir.
ted: amoksilin 90mg/kg/g yüksek doz, yetersizse amoksilin/klav., penisilin alerjisinde klindamisin, 3 gün seftriakson..
3- PNÖMONİ:
uzayan ateş, sol sıkıntısı
Takipne sınırı:
0- 2 ay : 60,
2- 12 ay: 50 ,
1-5 yaş 40,
>5 yaş 50 / dakika solunum sayısı
0- 2 ay : 60,
2- 12 ay: 50 ,
1-5 yaş 40,
>5 yaş 50 / dakika solunum sayısı
En sık etken virüsler.
Küçük çocuklarda sık.
Önceden viral ÜSYE bulguları vardır, yaygın ral, wheezing olabilir.
Küçük çocuklarda sık.
Önceden viral ÜSYE bulguları vardır, yaygın ral, wheezing olabilir.
Adeno ve influenza
ğır pnömoni yapabilir.
Bakteriel: pnömokok.
Ani başlangıç, toksik, dinleme bulguları lokal, karın ağrısı, yan ağrısı
Ani başlangıç, toksik, dinleme bulguları lokal, karın ağrısı, yan ağrısı
>5 yaş atipikler.
< 6 ay afebril pn.
Clamidia
Tedavide:
Hafif pnömonide oral.
< 5 yaş:
Amoksilin/klav. 90mg/kg/g 14:1 formu
Atipik pnömonide azitromisin ilk gün 10mg/kg , 2-5 gün
5mg/kg ; alternatif klaritromisin 15mg,/kg/g. 7-10 gün
>5 yaş: amoksilin/klav. _+ makrolid
Pertusiste azitromisin 10mg/kg 5 gün
Orta - ağır pnömonide İV:
Tam aşılı :
ampisilin , pen.G
Alternatif olarak sefotaxim / seftriaxon _+ klindamisin ya da vanko ( MRSA şüphesinde)
Eksik aşılı:
Seftiraxon/ sefotaksim _+ klindamisin / vanko (MRSA şüphesinde)
Atipik pnömonide macrolid
4- TONSİLLO FARENJİT:
GAS ani başlar.
Kript şart değildir. 5-15 yaş aralığı, servikal LAP, karın ağrısı.
Kript şart değildir. 5-15 yaş aralığı, servikal LAP, karın ağrısı.
Tanı boğaz kültürü.
Penisilin ilk tercih.
10 gün. Penisin V. 2x 400Ü, adelosanda
2x800Ü
Amoksilin 10 gün 50
mg/kg/g 2 doz
İM benzatin penisilin
Penisilin alerjisinde:
anaflatik tipte klindamisin
20mg/kg/g 3 doz
macrolid. Azitromisin
12mg/kg ilk gun , 6 mg/kg ( max 500mg), dört gün 6mg/kg ( max 250 mg)
klaritromisin 15mg/kg /g. on gün
anaflaktik olmayan tipte sefaleksin ( sef, maksipor) 40mg/kg/ gun ( max 500mg) on gün 2x1
sefadroksil ( cefradur ) 30mg/kg günde 1 kez ( max 1 gr) on gun
KRONİK GAS TAŞIYICILIĞINI TEDAVİSİ:
1-
pen.V + son 4 güne RF ekleyerek 20mg/kg tek doz
.on gün ( RF max 600mg)
2-
klindamisin 20-30mg/kg / g 3x1 on gün
3-
benzatin pen tek doz + RF 20mg/kg / g, 2 doz , dört gün
4-
amoksilin/ klav. 40 mg/ kg /g on gün 3x1.
5-AKUT BAKTERİYEL SİNÜZİT:
Komlikasyonu ağırdır.
Antibiyotik tedavisi gerekir.
Antibiyotik tedavisi gerekir.
1-persistan :nazal sempt. ve öksürük düzelme olmadan 10 günden
uzun sürer.
2-kötüleşen klinik: başlangıçtaki düzelmeyi takiben yeni başlayan nazal semptomlar ve ateş
3.ani gürültülü başlangıç. Yüksek ateş ve pürülan burun akıntısı
3 günden uzun.
Tanı konulduğu an tedavi başlanmalı.
Amoksilin/ klav. Yüksel
doz 90 mg/ kg / g
Tek doz 50 mg/kg seftriaxon 24 saat sonra kontrol gerekirse
bir doz daha
Klinik 72 saatte düzelmesse sefiksim+ klindamisin,
levofloksasin
En az 10 gün.
Dekonjestan, antihistaminik önerilmez.
Alerjik ise nasal KS. Faydalı olabilir.
Alerjik ise nasal KS. Faydalı olabilir.
6-İYE:
Tedavi de gecikme, özellikle 2 yaş altında renal skar riski %47
bulunmuş.
Riskli grup:
Ateş( >39 C) , toksik görünüm, kostovertebral hassasiyet,
,immnun yetmezlik ve üriner anomali
En sık etken E. Coli.
Ateş yüksek , toksik ise kateterle idrar kültürü
Toksik, oral alamayan, 6 ay altı parenteral almalı.
Üriner anomali, immun yetmezlik. 3 ay altı yatırılmalı.
Oral antb. : Amoksilin / klv. , Bactrim..
3.kuşak sefalopsorinler ve aminoglikozid ilk tercih . klinik
düzelince oral ted. gecilebilir.
Tedaviye cevap 24-48 saatte baslar.
Süre 7-14 gün.
Süre 7-14 gün.
7- AGE:
Ateş, mukuslu ve kanlı ishal : bakteriyel.
Shigella, camphilobacter, vibrio cholera , ETEC ( turist
diaresi) : azitromisin ilk gün 12 mg/kg, dört gün 6 mg/ kg), shigellada 10mg/kg üç gün .
Cl.diffisile : metronidazol
Salmonella : seftriakson
.salmonella GE te antb. önerilmez, ancak 3 ay altı , ımmün yetmezlik,
aklorhidri, hemoglobinopati , kronik GIS hastalığında verilir
Amipte metronidazol.35-50mg/kg 3x1 0n gün. ( Max 3x750 mg)
YD DA TROMBOSİTOPENİ
YD da 150.000 altı trombositopeni dir.
< 50.000 ciddi
trombositopenidir ve kanama riski taşır.
100.-150bin arası geçici trombositopeni olabilir. Takip edilir.
On gün içinde düzelir.
ilk 72 saatte :
Erken trombositopeni: perinatal enfeksiyonlar ve asfixi ön planda düşünülür..
daha sonra immun trombositopeni akla gelmeli
Geç trombositopeni:
Öncelikle sepsis, enfeksiyon, NEK akla gelmeli.
Lab. ne isteyelim?
Tam kan. PY, sepsis taraması ( kültür, CRP, ) annede
trombosit sayısı.
9 Şubat 2019 Cumartesi
çocuklarda immnun yetmezlik düşündüren durumlar
Primer immün yetmezliklerde ortak klinik bulgu enfeksiyonlara artmış duyarlılık ve “sık enfeksiyon geçirme” dir.
Klasik olarak immün yetmezlikler, yineleyen, ağır ve tedaviye iyi yanıt vermeyen ya da komplikasyonların ortaya çıktığı enfeksiyon öyküsü olan çocuklarda düşünülmelidir.
Bunun yanında virulansı düşük mikroorganizmalarla (kandida, aspergillus, nocardia, Serratia marcescens, Pneumocytis jiroveci gibi) enfeksiyonlara duyarlılık da belirti olarak karşımıza çıkabilir.
Erken tanı konamamış olgularda, canlı aşılarla fatal ve yaygın enfeksiyon gelişim de ilk klinik bulgu olarak karşımıza çıkabilir.
Akut solunum yolu enfeksiyonları (ASYE), çocuklarda en sık görülen ve ortalama yılda 4-9 kez oluşan enfeksiyonlardır.
Yaşamın ilk 10 yılında normal immün sistemi olan bir çocukta, yılda 6-8 üst solunum yolu enfeksiyonu, 2-3 yaşa kadar, yılda 6 otit media ve 2 gastroenterit atağı beklenebilir ..
Bu sayılar, kardeş veya kreşteki çocuklarla temas mevcutsa daha da artar.
İmmunolojik olarak normal çocukta solunum yolu enfeksiyonları genellikle hafiftir, yalnızca birkaç gün sürer, ayrıca çocuk enfeksiyonlar arasında tamamen düzelir.
immün yetmezlik düşünülmesi gereken klinik tablolar:
Bir yıl içinde 2 ve daha fazla pnömoni
dökümante edilmiş bakteriyal yumuşak doku enfeksiyonu ( sellülit, drene olan otitis media veya lenfadenit)
Bir yılda 8 den fazla ÜSYE
İki veya daha fazla sistemik veya ciddi bakteriyal enfeksiyon (sepsis, menenjit, osteomyelit)
Yineleyen derin doku veya organ apseleri
Bir yaşından sonra ağızda veya ciltte uzun süre devam eden mantar enfeksiyonları
Olağan dışı bölgelerde görülen enfeksiyonlar (KC, beyin apsesi)
Yaygın olmayan patojenlerle enfeksiyonlar ( Aspergillus, Serratia marcescens, Nocardia veya Burkholderia cepacia)
Yaygın görülen etkenlerle fakat olağan dışı şiddette enfeksiyonlar
Büyüme ve gelişme geriliği
Erken bebek ölümü,
akraba evliliği,
ailede primer immün yetmezlik öyküsü
İmmün yetmezlik düşünülen çocuklarda öncelikle yapılması gereken testler:
tam kan sayımı, periferik yayma ve sedimentasyondur .
Tam kan sayımında ilk değerlendirilecek olan formül lökosittir.
Yenidoğan döneminden itibaren aya ve yaşlara göre total lökosit sayısı ve formül lökosit değerlerinin normalleri kontrol edilmelidir. Örneğin, 1 yaş altı lenfosit alt sınırı 3000/mm3 iken, 1 yaş üstünde alt sınır 1500/mm3 tür.
İkinci aşamada serum Ig düzeylerinin değerlendirilmesi gelir.
Ig düzeyleri B hücre yetmezliklerinin çoğunda tanı koydurucudur.
Dicle Med J Cilt / Vol 37, No 3, 307-313
8 Şubat 2019 Cuma
ÇOCUKLARDA TRANSAMİNAZ YÜKSEKLİĞİNE YAKLAŞIM
Karaciğer Hastalıklarını Değerlendiren Biyokimyasal Testler
Hepatosit hasarı: ALT, AST, LDH
Kolestaz testleri : GGT, ALP, Bilirubinler
Karaciğer sentez fonksiyonlarını gösteren testler: Albumin, Protrombin zamanı , Amonyak , Lipid kolesterol
ilk 18 ayda üst sınır
ALT erkeklerde 60 , kızlarda 55
>18. Ay
erkeklerde 40 IU/L, kızlarda 35 IU/L .
ALT , KC e daha spesifiktir. ALT ve AST birlikte
değerlendirilmelidir.
ALT ve AST’de belirgin yükselme (>1000 IU) akut viral ya
da toksik hepatitin yol açtığı akut hepatosellüler zedelenmede, Reye sendromu,
hipoksi ya da hipoperfüzyon durumlarında görülür.
500 IU/L’nin
üzerindeki değerler çoğu kez akut hepatosellüler hasar veya kronik
hastalıklardaki akut alevlenmeleri düşündürür.
Aminotransferaz düzeylerinin normal olması karaciğer
hastalığı bulunmadığı anlamına gelmez.
Fulminan hepatik yetmezlikteki yüksek transaminaz birden azalma eğilimine girerse
kötü prognoz bulgusudur.
referans sınırlarını 10 kat aşan aminotransferaz düzeyleri
daha çok viral, toksik, veya iskemik hepatitlerde görülürken, alkolik olmayan
hepatit ve otoimmun hepatitlerde bu sınırın üzerinde veya altında değerler
ölçülebilir.
Kronik hepatitler
veya karaciğer sirozunda ise genelde normali 1-5 kat aşan değerler görülür
ancak bütünüyle normal değerlerle karşılaşılması da mümkündür.
Bu bilgiler
çerçevesinde;
1) < 5 kat artış (hafif yüksek transaminaz değeri)
2) 5-10 kat artış
(orta derecede yüksek transaminaz değeri)
3) >10 kat artış (çok yüksek transaminaz değeri) şeklinde
gruplandırılarak araştırmada farklı hastalıklara öncelik verilebilir.
Çok yüksek transaminaz değerleri (AST/ALT>1000 IU/L) :
öncelikle akut hepatit nedenlerinin düşünülmesi gerekir.
Hepatit A, B, C virüs serolojisi ilk olarak istenmesi
gereken laboratuvar tetkikleridir.
Viral hepatitler dışlandıktan sonra, ilaç ve toksik nedenli hepatik
hasar akla gelmelidir.
İskemik hepatit (kalp yetmezliği, hipotansiyon, sepsis,
Budd-Chiari), akut safra kanalı obstrüksiyonu,fulminan hepatit yapan diğer
nedenler (Wilson hastalığı, otoimmun hepatit) de çok yüksek transaminaz
değerlerine yol açabilir.
Hafif ve orta derecede yüksek transaminaz değerleri :
çok sayıda hastalıktan kaynaklanabilir, bu nedenle ayırıcı
tanıda daha az yararlıdır.
Karaciğer ile ilgili
ya da karaciğer dışı hastalıklara bağlı olabilir.
Asemptomatik hastalarda transaminaz düzeyleri normalin üst
sınırının 3 katından daha az yüksek saptanmış ise, egzersiz yapmaması koşulu
ile en az 1 hafta sonra AST, ALT, CPK, GGT paneli şeklinde testin tekrarı
önerilmektedir.
Çoğu hastada tekrar bakılan transaminaz değerlerinin normal
sınırlarda olduğu bulunmuştur.
Transaminaz yüksekliği ile beraber GGT, total ve direk bilirubin
yüksekliği; kolestatik karaciğer hastalığını,
CPK düzeyinin yüksek
olması ise; muskuler distrofi olduğunu gösterir.
Serum albümin düzeyi,
protrombin zamanı, tam kan sayımı, protein elektroforezi ve hepatik
ultrasonografisi ikinci basamak olarak istenmesi önerilen tetkiklerdir.
Hepatotrofik virüs serolojisi; viral hepatitler açısından
(HAV, HBV, HCV, EBV, CMV..),
seruloplazmin ve
serum bakır düzeyi; Wilson hastalığı açısından,
serum α-1antitripsin, α-1antitripsin eksikliği
ANA (antinükleerantikor), SMA (düz kas antikoru), LKM
(antimikrozomal antikor), anti-SLA (solubleliverantigen), total IgG ; otoimmun
hepatit
tTGA (doku transglutaminaz antikoru), çölyak hastalığı
tiroid fonksiyon testleri ise; hipo-hipertiroidi için
istenmeli.
Med J SDU / SDÜ Tıp Fak Derg 2015:Çocuk Özel Sayısı:26-33
Engelmann ve ark. obez infant ve çocuklarda ALT
yüksekliğinin nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı için bir belirteç
olabileceğini belirtmişlerdir. Çocuklarda obezitenin artması ile birlikte
nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı da daha sıklıkla tanı almaya başlamaktadır.
Antibiyotikler,
antitüberküloz ilaçlar, antikonvulzanlar, parasetamol, nonsteroid
antiinflamatuvar ilaçlar, kemoterapotikler, bitkisel çaylar, yüksek doz
vitaminler ve mantarların aminotransferazlarda yüksekliğe neden olabildikleri
bilinmektedir. Hastalar özellikle son 3-6 ay içerisinde kullandıkları ilaçlar
açısından sorgulanmalıdır.
6 Şubat 2019 Çarşamba
İdrar değerlendirmesi
İdrar 2 saat içinde analiz edilmeli , tercihen
30 dakika.
Sabah ilk idrarı protein , nitrit ve
bilirubin için önemli.
Dansite:
idrarı konsantre etme yeteneğini gösterir. 1002-1025 (1015-1025) arasındadır .
Dehidratasyon,
protein, keton varlığında dansite artar.
Renal yetmezlik,
hiperkalsemi, hipopotasemi , Diab.İnsip. de dansite azalır.
pH:
idrar pH’sı
4.8-7.4 tür.
Asidoz,
dehidratasyon, proteinden zengin beslenme , ishal : asidik pH
Alkaloz,
enfeksiyon, aşırı meyve tüketimi , RTA : alkali pH
Protein:
normalde
150mg/gün protein olabilir.
Egzersiz, gebelik,
HT, AGN, Nefrotik sendrom, enfeksiyon, sistit te görülebilir.
Nitrit:
Enfeksiyon durumunda pozitif olur. En az 4
saat mesanede beklemeli
Açlık, düşük
pH ve düşük konsantrede idrar, C vitamin alımı, idrarın mesanede az beklemiş
olması negatif yapabilir.
Glukoz:
Kan glukoz düzeyi > 180-200 mg/dl ise glukoz idrarla atılır. Keton yüksekliği ve beklemiş idrarda
negatiflik olabilir.
Bilirubin:
Normal idrarda
görülmez
Ürobilinojen:
idrarla
atılan ürobilinojen < 1mg/dl.
Keton:
Açlık,
Diabetes Mellitus (DM), dehidratasyon, yüksek ateş, kusma, diyare, ağır
karaciğer hastalığı gibi durumlarda idrarda keton cisimleri artar. Bekletilmiş
idrarda yanlış negatiflik olabilir.
Kan:
İdrarda striple
kan analizi eritrosit, hemoglobin veya miyoglobin varlığını gösterir. Yani her
üçüyle de pozitif reaksiyon verir, mikroskopla birlikte değerlendirilmelidir.
İYE, menstrulasyon yanlış pozitiflik yapabilir.
Rabdomiyoliz, , aşırı kas
egzersizi,kas zedelenmesi, enfeksiyon
nedeniyle oluşan miyoglobinüri ve hemoliz sonucu oluşan hemoglobinüri de testi
pozitif yapar.
Lökosit:
lökositlerin
granüllerinde bulunan lökosit esteraz ölçümü ile indirekt olarak lökosit
ölçülür.
Testin
pozitif olması için her sahada 5–15 lökosit bulunması gerek.
Antibiyotikler,
glukoz, albümin ve askorbik asit yüksekliğinde
yanlış negatif sonuç olabilir.
Mikroskopik
inceleme:
İncelemeye
kenar kısımlardan başlanmalıdır.
Değerlendirmede
dansite, pH dikkate alınmalıdır. Dansite arttıkça eritrosit ve lökositler
büzüşür, dansite azaldıkça eritrosit ve lökositler şişer, parçalanır, strip ile
sonuç pozitif olmasına rağmen mikroskopta görülmeyebilir.
X400
büyütmede:
3 eritrosite kadar normal.
4 lökosite kadar normal.(>5 piyüri)
Renal
tübüler epitel hücreleri klinik olarak en önemli epitel
hücreleridir.
Normalde hiç görülmemelidir. Akut tübüler nekroz, akut intersisyel nefrit ve renal allograft rejeksiyonu gibi
durumlarda artar.
Yassı epitel
hücreleri fazlalığı perineal bulaşı gösterir.
Silindirler:
egzersizden
sonra eritrosit, lökosit ve yağ silindirleri görülebilir. eritrosit silindirleri
glomerül hasarı,
epitel hücre
silindirleri tübül hasarını,
lökosit silindirleri intersitisyel enflamasyon
ve enfeksiyonu düşündürür.
Hyalen silendirleri
normalde bulunabilir.
Kristallerin
tek başlarına tanısal anlamları yoktur. Yalnızca sistin kristalleri sistinüri
tanısında önemlidir.
Düzce Tıp Fakültesi Dergisi 2008;3:77-84
5 Şubat 2019 Salı
Çocuklarda İdrar Yolu Enfeksiyonları
Asemptomatik bakteriüri:
Enfeksiyona sebep olmayan bakteriüri
tablosudur. Okul çağı kız cocuklarında ve aralıklı kateter yapılan cocuklarda
sıktır ve tedavi gerektirmez.
İdrar akımında süreklilik ve üroepitel doku bütünlüğü İYE koruyucudur.
Eskiden geçirilen İYE sonrası oluşan renal skarlar VUR a bağlanırdı
ve proflaktik antibiyotik tedavisinden cerrahiye kadar uzanan bir tedavi
protokolu uygulanırdi. Bugün bu skarların çoğunun konjenital yapısal böbrek
anomalileri olduğu gösterildi.
İYE de Risk Faktörleri :
İki yaş altında sık bulgu ateştir. Ateş odağı saptanamayan hastalarda İYE mutlaka
akla gelmelidir. <1yaş. , >39 ateş ve 24 saatten uzun sürmesi , başka
ateş odağı bulunamaması ve erkek cocuklarda sünnetsiz olması durumunda İYE akla gelmelidir.
Erkek çocuklarda fizyolojik fimosis,
kız çocuklarda kısa üretra ve labial adezyon
İYE riskini artırır.
Okul çocuklarında ertelenmiş işemeye bağlı tam
boşaltılamaması İYE riskini arttırır.
Kabızlık ta mesanede idrar rezidüsüne
sebep olup İYE riskini artırır.
İdrada mikoskopik idrarda >5
lökosit : pyüri.
Pyüri ye eşlik eden lökosit esteraz ve nitrit
pozitifliği İYE .
Nitrit(+) liği İYE için spesifiktir
. ancak idrarın 4 saat mesanede kalması
gerekir. Süt çocuklarında negatif olabilir.
Klebsiella ve enterokoklar nitrit
pozitifliği yapmazlar.
İYEde kesin tanı kültürdür.
Suprapubik aspirasyonla alınan her üreme
anlamlıdır.
Kateter ya da orta akım idrarında 50
bin/mm3 tek tip üreme anlamlıdır.
YD, süt çocuğu, üriner sistem
anomalisi, immun yetmezlik, antibiyotik alanlarda ve atipik patojenlerin üremesi durumunda 1.000-10.000 üreme anlamlı.
Koagulaz negatif staf. ya da corinabacterium üremesi kontaminasyon düşündürür.
İdrarda maya görülmesi bez dermatiti yoksa
anlamlıdır.
YD da antibiyotik kullanımında, anatomik bozukluk varlığında,
candida enfeksiyonu önemsenmelidir.
Spina bifida ,meningomyelosel nedeniyle opere olmuş, nörojen mesane
disfonksiyonu olan hastalar ve aralıklı kateter takılan çocuklarda asemptomatik
bakteriüri sıktır, kültürde her üreme anlamlı kabul edilmemeli, İYE semptomları
varsa ateş, yan ağrısı, idrar renginde
bulanıklaşma ve pyuri varsa İYE kabul edilmeli.
Pyelonefrit tedavisinde oral ya da İV
antibiyotik kullanımının ateşi düşürmede ya da skar gelişimini önlemede farkı
olmadığı gösterilmiş.
Ancak oral alım yoksa, ağır hastalıkta,
hasta uyumsuzluğunda İV başlanıp tedaviye cevap alınınca oral tedavi ile devam
edilebileceği bildirilmekte.
2 yaş altında pyeloneftitte 7-14
günlük tedavi.
Ateşsiz sistitte 3-7 günlük oral
tedavi yeterlidir.
Tedavide en sık Po: amoksilin/klavunat 50-100mg/kg
/ gün,iki doz
Sefiksim 8 mg/kg /gün. tek doz
İV: sefotaksim 100mg/ kg/ gün üç doz
Seftriakson 50 mg/ kg / gün tek doz
Amikazin 15 mg/ kg / gün tek doz.
Aminoglikozit kullanımında günlük tek doz ile
üç doz kullanımı arasında klinik semptomların gerilemesi açısından fark
olmadığı gösterilmiş.
Bebeklerde öğün miktarı
Bebeklerde öğün miktarı:
1-2 H: 60-90cc
3H-2 ay: 120-150cc
2-3 ay:150-180cc
3-5 ay: 180-210cc
5-12ay: 210-240cc
bir öğünde verilecek mama:
0-2H: 60 cc -> 8-10 kez
2H-2ay: 120 cc -> 6-7 kez
2-6 ay: 180 cc -> 5-6 kez
6ay: 180 cc -> 4-5 kez
1-2 H: 60-90cc
3H-2 ay: 120-150cc
2-3 ay:150-180cc
3-5 ay: 180-210cc
5-12ay: 210-240cc
bir öğünde verilecek mama:
0-2H: 60 cc -> 8-10 kez
2H-2ay: 120 cc -> 6-7 kez
2-6 ay: 180 cc -> 5-6 kez
6ay: 180 cc -> 4-5 kez
4 Şubat 2019 Pazartesi
Çocuklarda Sinüzit
Her yaşta görülebilir.
En sık 4-7 yaşta görülür.
Maxiller ve etmoid sinüsler doğumda vardır .
En sık 4-7 yaşta görülür.
Maxiller ve etmoid sinüsler doğumda vardır .
Mukosilier aktivitenin bozulması , ostomeatal komplexin daralması, sinüs salgısının koyulaşması enfeksiyona zemin hazırlar.
Viral ÜSYE osteomeatal komplexte daralma yapar.
Allerjik rinit, nasal dekonjestanların fazla kullanılması, sigara dumanı, barotravma da yatkınlık yapar.
Sinüzit rinitle birlikte göürülür.
Viral rinosinüzit te ateş yoktur, olsa da ilk iki gün olur ,sonra geriler , öksürük başlar, öksürük te 3-6 gün de artar, sonra azalır.
Semptomlar 10 gün içinde geriler.
Viral ÜSYE osteomeatal komplexte daralma yapar.
Allerjik rinit, nasal dekonjestanların fazla kullanılması, sigara dumanı, barotravma da yatkınlık yapar.
Sinüzit rinitle birlikte göürülür.
Viral rinosinüzit te ateş yoktur, olsa da ilk iki gün olur ,sonra geriler , öksürük başlar, öksürük te 3-6 gün de artar, sonra azalır.
Semptomlar 10 gün içinde geriler.
Üç günden uzun süren , 39 derece üzerinde ateş ve pürülan burun akıntısı bakteriel ABRS tir.
Öksürük önemli bir bulgudur ve gün boyu devam eder , geceleri artar.
Hastalık süresi arttıkça öksürük daha da belirginleşir.
Hastalık süresi arttıkça öksürük daha da belirginleşir.
Sinüzitte tanı klinik olarak konur:
1-sinüs inflamasyonu ile uyumlu semptomlar ( öksürük,burun tıkanıklığı , anterior ya da postnazal akıntısı)
2- semptomların azalmayıp, artması.
Burun/ geniz akıntısı pürülan ya da renksiz olabilir . burun içinde purulan akıntı görülür.
Tanıda radyoloji gerekli değildir. Sinüslerde opaklaşma, 4mm den fazla mukoza kalınlasması ve hava sıvı seviyesi sinüziti düşündürür.
Ama bakteriyel – viral ayrımı yaptırmaz.
Tanıda radyoloji gerekli değildir. Sinüslerde opaklaşma, 4mm den fazla mukoza kalınlasması ve hava sıvı seviyesi sinüziti düşündürür.
Ama bakteriyel – viral ayrımı yaptırmaz.
Tedavide yüksek doz amoksilin/ klavunat ilk tercihtir.90 mg/kg/ gün.
Üçüncü kuşak sefalosporinler sefpodoksim , sefdinir de kullanılır..
10 günlük tedavi yeterlidir.
Üçüncü kuşak sefalosporinler sefpodoksim , sefdinir de kullanılır..
10 günlük tedavi yeterlidir.
72 saat sonra değerlendirilmelidir.
ABRS te dekonjestan kullanımı için yeterli kanıt yoktur.
Nazal irrigasyon semptomları azaltır.
Eşlik eden allerjik rinit varsa beraberinde nazal steroid kullanımının tedavide daha etkin olduğu gösterilmiş.
kyn:Türkiye Klinkleri 2018
Güncellenen Tüberküloz Rehberi Tanıda Yeni Testleri
Amerikan Toraks Cemiyeti (ATS), Amerika Enfeksiyon
Hastalıkları Derneği (IDSA) ve Amerika Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (CDC)
kuruluşlarının ortak bildirisi olarak 8 Aralık 2016 tarihinde yayınlanan
erişkin ve çocukta tüberküloz güncelleştirilmiş tanı rehberi önerilerine göre,
hekimler aktif ve latent tüberküloz riski taşıyan hastalarda
tedavi kararı öncesinde incelemede mümkün olduğunca daha yeni olan laboratuvar
testlerini kullanmalıdır.
Yeni rehbere göre,
beş yaş ve üstünde
olan, düşük ya da orta derecede hastalık ilerleme riski taşıyan LTBE’li (
Latent tüberküloz enfeksiyonu ) kişilere ve önceden Bacille Calmette-Guerin
(BCG) aşısı yapılanlara tüberkülin deri testi (TDT) yerine IGRA testlerini
yapılması önerilmektedir.
IGRA testleri ( interferon gama salınım testleri ) için hastanın sağlık kuruluşuna bir kez
gelmesi yeterlidir; ayrıca özgüllük ve duyarlılıkları BCG aşılılarda TDT’ye
göre çok daha yüksektir.
Diğer yandan, IGRA testlerinin maliyetinin yüksek olması,
kan alınmasını gerektirmesi ve BCG yapılmamışlarda TDT’ye üstün olmaması gibi
olumsuz özellikleri vardır.
Beş yaş altı çocuklarda LTBE taramasında ise IGRA yerine TDT
yapılması önerilmektedir.
Eğer kişide tanı testi pozitif ise fakat akciğer grafisi
normalse, rehberler hekimin latent enfeksiyon tanısı ile hastalığın
ilerlememesi için izoniazid koruma tedavisi vermesini önermektedir.
Koruma tedavisi verilmediği takdirde bir kişinin latent
tüberkülozu ömrü boyunca % 4-6 oranında aktif hastalığa dönüşecektir.
IGRA ve TDT enfeksiyonu saptayabilmekte ancak aktif ve
latent tüberkülozu ayırt edememektedir. Bu yüzden de latent enfeksiyon tedavisi
başlanmadan önce mutlaka aktif hastalık olasılığı dışlanmalıdır ki bu da
sürekli devam eden yüksek ateş, gece terlemesi ve öksürük gibi yakınmaları olan
kişilerde akciğer filmi ve balgam incelemesiyle yapılmalıdır.
(J Pediatr Inf 2017; 11: 56-57
2 Şubat 2019 Cumartesi
Mycoplasma pneumoniae Enfeksiyonu Rutin Tanısı
Mikoplazmanın laboratuvar tanısı problemlidir, bu nedenle tedaviyi etkileyecekse yapılmalıdır. Ayaktan hastalarda
laboratuvar testi genellikle yapılmayabilir, çünkü klinik öngörü ile ampirik tedaviye yanıtı genellikle iyidir.
Mikoplazmada rutin hemogram nonspesifiktir.
Normalde pnömoni tanısında boğaz kültürünün yeri yoktur.
Serolojik olarak M. pneumoniae spesifik IgG ve IgM tanıda kullanılır.
IgM pozitifliği aktif enfeksiyonu gösterir ancak semptomların ilk 7-9 gününde pozitifleşmez. IgM 3-6 haftada pik yapar ve 2-3 ay kadar pozitif kalabilir.
Çift serum örneğinde IgG artışı da tanıda önemlidir, tanı koydurucudur, ama akut tanı ve tedavide yararlı değildir.
Özetle;
çocuklarda M. pneumoniae enfeksiyonu tedavisi klinik bulgular eşliğinde ampirik olarak yapılır.
Laboratuvar tanısının gerekli olduğu durumlarda nazofarengeal örneklerde PCR (klinik bulgular varlığında pozitif olması beklenir) veya seroloji (çift serum örneğinde IgG artışı) önerilir.
J Pediatr Inf 2018; 12(2): 83-84
Mikoplazmada rutin hemogram nonspesifiktir.
Normalde pnömoni tanısında boğaz kültürünün yeri yoktur.
Serolojik olarak M. pneumoniae spesifik IgG ve IgM tanıda kullanılır.
IgM pozitifliği aktif enfeksiyonu gösterir ancak semptomların ilk 7-9 gününde pozitifleşmez. IgM 3-6 haftada pik yapar ve 2-3 ay kadar pozitif kalabilir.
Çift serum örneğinde IgG artışı da tanıda önemlidir, tanı koydurucudur, ama akut tanı ve tedavide yararlı değildir.
Özetle;
çocuklarda M. pneumoniae enfeksiyonu tedavisi klinik bulgular eşliğinde ampirik olarak yapılır.
Laboratuvar tanısının gerekli olduğu durumlarda nazofarengeal örneklerde PCR (klinik bulgular varlığında pozitif olması beklenir) veya seroloji (çift serum örneğinde IgG artışı) önerilir.
J Pediatr Inf 2018; 12(2): 83-84
Akut Tonsillofarenjitte Etyolojik Tanıda Akılcı Laboratuvar
Grup A beta-hemolitik streptokok tonsillofarenjiti:
GAS, Streptococcus pyogenes olarak bilinir, bakteriyel akut farenjit/tonsillit/tonsillofarenijitin en sık nedenidir.
Çocuklarda bir meta-analizde boğaz ağrısı ile başvuran çocuklarda %37 oranında saptanmıştır, bu açıdan viral tonsillofarenjitlerden sonra en önemli etken olarak karşımıza çıkar (%95 CI %32-43) . Beş-15 yaş grubunda ve okul çağında daha sık görülür.
> 3 yaş çocuklarda tipik olarak akut başlayan ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma, fizik muayenede eksüdatif tonsillofarenjit, damakta peteşi, hiperemik uvula, büyük kızarık tonsiller, büyük ağrılı/hassas anterior servikal lenfadenopati, bazı olgularda kızıl döküntüsüyle seyreder.
Üç yaş altı çocuklarda ise GAS enfeksiyon bulguları daha farklıdır.
Bu olgularda genellikle düşük ateş (< 38.3°C), uzamış burun akıntısı ve burun tıkanıklığı ve anterior servikal adenopati ile seyreder ve bu klinik tablo infantil streptokokkozis olarak isimlendirilir,
Akut tonsillofarenjit düşünülen bir çocukta etkenin bakteriyel (esas olarak GAS) veya viral olup olmadığı tedavi ve yönetimi açısından önemlidir.
Viral tonsillofarenjiti düşündüren bulguların (konjunktivit, nezle, burun akıntısı, öksürük, ses kısıklığı, anterior stomatit, ishal gibi) olmaması yukarıda belirtilen GAS tonsillofarenjiti bulgularının olması özellikle 5-15 yaş okula giden çocuk ve kış ve erken ilkbahar mevsiminde olunması GAS tonsillofarenjitini destekler.
Hızlı antijen testi genellikle 1 saatten kısa sürede sonuçlanır ve pozitifliğinde kültür yapılmasına gerek yoktur.
Ancak antijen negatif olduğu durumlarda GAS tanısı kuvvetliyse kültür yapılması önerilir, antijen negatif olsa bile kültür pozitif çıkabilir (%5-10 olasılıkla)
AS tonsillofarenjiti düşündüren bir olgudan ayrıca rutin kan tetkiki yapılması önerilmez.
Başka bir nedenle yapıldığında lökosit sayısı normal veya artmış olabilir,
orta C-reaktif protein (CRP) yüksekliği gözlenebilir.
ASO testinin akut tanıda anlamı yoktur ve istenmez.
ASO testinin akut enfeksiyonda veya etkin tedavi edilmiş akut enfeksiyonda yükselmesi henüz beklenmez.
ASO’nun yüksek bulunması önceki (1 aydan önce) ve muhtemelen tedavisiz veya yetersiz tedavi edilmiş GAS tonsillofarenjitleri olduğunu düşündürür.
Özetle GAS tonsillofarenjitinde seçilecek ve yapılması gereken test boğaz kültürü veya hızlı antijen tanı testleridir. Boğaz kültürü GAS tonsillofarenjitinde altın standarttır.
Enfeksiyoz mononükleozis: EBV ve bazen sitomegalovirüs (CMV)’nin yol açtığı genellikle ve klasik olarak ergenlerde görülen bir klinik sendromdur.
Ateş, farenjit, anterior ve posterior servikal lenfadenopati bazen difüz lenfadenopati splenomegali bazen hepatomegali ve periorbital/palpebral ödem ile karakterize bir klinik tablodur.
Tonsillofarenjit GAS tonsillofarenjitine benzer.
Ancak genellikle daha uzun sürer, penisilin tedavisine yanıt vermez.
Ampisilin ve benzeri diğer antibiyotiklerle döküntü görülebilir.
Hemogramda lenfositoz, kan tetkikinde aminotransferaz düzeylerinde artış EBV-VCAIgM pozitifliği, CMV’ye bağlı ise CMV-IgM pozitifliği görülür.
Hızlı antijen testi negatiftir, boğaz kültürü normal florayı gösterir, tedavide antibiyotik verilmez.
J Pediatr Inf 2018; 12(3): 124-125
GAS, Streptococcus pyogenes olarak bilinir, bakteriyel akut farenjit/tonsillit/tonsillofarenijitin en sık nedenidir.
Çocuklarda bir meta-analizde boğaz ağrısı ile başvuran çocuklarda %37 oranında saptanmıştır, bu açıdan viral tonsillofarenjitlerden sonra en önemli etken olarak karşımıza çıkar (%95 CI %32-43) . Beş-15 yaş grubunda ve okul çağında daha sık görülür.
> 3 yaş çocuklarda tipik olarak akut başlayan ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, karın ağrısı, bulantı, kusma, fizik muayenede eksüdatif tonsillofarenjit, damakta peteşi, hiperemik uvula, büyük kızarık tonsiller, büyük ağrılı/hassas anterior servikal lenfadenopati, bazı olgularda kızıl döküntüsüyle seyreder.
Üç yaş altı çocuklarda ise GAS enfeksiyon bulguları daha farklıdır.
Bu olgularda genellikle düşük ateş (< 38.3°C), uzamış burun akıntısı ve burun tıkanıklığı ve anterior servikal adenopati ile seyreder ve bu klinik tablo infantil streptokokkozis olarak isimlendirilir,
Akut tonsillofarenjit düşünülen bir çocukta etkenin bakteriyel (esas olarak GAS) veya viral olup olmadığı tedavi ve yönetimi açısından önemlidir.
Viral tonsillofarenjiti düşündüren bulguların (konjunktivit, nezle, burun akıntısı, öksürük, ses kısıklığı, anterior stomatit, ishal gibi) olmaması yukarıda belirtilen GAS tonsillofarenjiti bulgularının olması özellikle 5-15 yaş okula giden çocuk ve kış ve erken ilkbahar mevsiminde olunması GAS tonsillofarenjitini destekler.
Hızlı antijen testi genellikle 1 saatten kısa sürede sonuçlanır ve pozitifliğinde kültür yapılmasına gerek yoktur.
Ancak antijen negatif olduğu durumlarda GAS tanısı kuvvetliyse kültür yapılması önerilir, antijen negatif olsa bile kültür pozitif çıkabilir (%5-10 olasılıkla)
AS tonsillofarenjiti düşündüren bir olgudan ayrıca rutin kan tetkiki yapılması önerilmez.
Başka bir nedenle yapıldığında lökosit sayısı normal veya artmış olabilir,
orta C-reaktif protein (CRP) yüksekliği gözlenebilir.
ASO testinin akut tanıda anlamı yoktur ve istenmez.
ASO testinin akut enfeksiyonda veya etkin tedavi edilmiş akut enfeksiyonda yükselmesi henüz beklenmez.
ASO’nun yüksek bulunması önceki (1 aydan önce) ve muhtemelen tedavisiz veya yetersiz tedavi edilmiş GAS tonsillofarenjitleri olduğunu düşündürür.
Özetle GAS tonsillofarenjitinde seçilecek ve yapılması gereken test boğaz kültürü veya hızlı antijen tanı testleridir. Boğaz kültürü GAS tonsillofarenjitinde altın standarttır.
Enfeksiyoz mononükleozis: EBV ve bazen sitomegalovirüs (CMV)’nin yol açtığı genellikle ve klasik olarak ergenlerde görülen bir klinik sendromdur.
Ateş, farenjit, anterior ve posterior servikal lenfadenopati bazen difüz lenfadenopati splenomegali bazen hepatomegali ve periorbital/palpebral ödem ile karakterize bir klinik tablodur.
Tonsillofarenjit GAS tonsillofarenjitine benzer.
Ancak genellikle daha uzun sürer, penisilin tedavisine yanıt vermez.
Ampisilin ve benzeri diğer antibiyotiklerle döküntü görülebilir.
Hemogramda lenfositoz, kan tetkikinde aminotransferaz düzeylerinde artış EBV-VCAIgM pozitifliği, CMV’ye bağlı ise CMV-IgM pozitifliği görülür.
Hızlı antijen testi negatiftir, boğaz kültürü normal florayı gösterir, tedavide antibiyotik verilmez.
J Pediatr Inf 2018; 12(3): 124-125
Enfeksiyon Hastalıkları Pratiğinde Salgın Tanımlanması
Salgın diyebilmek için olgu sayısının normalde beklenenden daha fazla olması gerekir.
Bu sayı hastalık tipine ve bölgelere göre değişebilir.
Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) tanımlamasına göre;
aynı kontamine gıda veya sıvıdan alan ≥ 2 kişide gelişen benzer hastalık; gıda kaynaklı salgın olarak tanımlanır.
Kızamık için Amerikan Hastalık Önleme Merkezi (CDC) kriterlerine göre; belli bir bölgede ≥ 3 kanıtlı kızamık olgusunun varlığı salgın olarak nitelendirilmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) belli bir zamanda ve invaziv meningokok hastalığı için; > 2 haftalık sürede ve belli bir bölgede ≥ 15/100.000 insidansı meningokok salgını kriterleri olarak nitelendirmiştir.
İnvaziv meningokok C hastalığı için CDC ≤ 3 aylık bir sürede aynı bölge ve yakın teması olmayan ≥ 3 olgu olması ve bu bölgede insidansın ≥ 10/100.000 olmasını meningokok C salgın kriteri olarak kabul edilmiştir
J Pediatr Inf 2018;12(4):172-173
Bu sayı hastalık tipine ve bölgelere göre değişebilir.
Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu (FDA) tanımlamasına göre;
aynı kontamine gıda veya sıvıdan alan ≥ 2 kişide gelişen benzer hastalık; gıda kaynaklı salgın olarak tanımlanır.
Kızamık için Amerikan Hastalık Önleme Merkezi (CDC) kriterlerine göre; belli bir bölgede ≥ 3 kanıtlı kızamık olgusunun varlığı salgın olarak nitelendirilmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) belli bir zamanda ve invaziv meningokok hastalığı için; > 2 haftalık sürede ve belli bir bölgede ≥ 15/100.000 insidansı meningokok salgını kriterleri olarak nitelendirmiştir.
İnvaziv meningokok C hastalığı için CDC ≤ 3 aylık bir sürede aynı bölge ve yakın teması olmayan ≥ 3 olgu olması ve bu bölgede insidansın ≥ 10/100.000 olmasını meningokok C salgın kriteri olarak kabul edilmiştir
J Pediatr Inf 2018;12(4):172-173
1 Şubat 2019 Cuma
Bebeklerde Diş Çıkarma Süreci ve Bu Süreçte Karşılaşılan Sorunlara Yönelik Uygulamalar
Giriş:
Diş çıkarma, bütün çocukların deneyimlediği fizyolojik bir süreçtir (1). Bebeğin ağzında ilk dişin görünmesi yaşamının önemli bir dönüm noktası olarak düşünülmektedir (2). Bebeklik gelişiminin normal bir parçası olmasına rağmen, diş çıkarma semptomların yönetimi hakkında çok az şey bilinmektedir (3). Markman (1), diş çıkarma sürecinde ebeveynlere çok fazla tavsiye verildiğini ancak bu tavsiyelerin kanıta dayalı olmadığını belirtmektedir. Bebeklerde diş çıkarma ile ilişkili olan ağrı ve huzursuzluk farmakolojik ve nonfarmokolojik olmayan yöntemlerle yönetilebilmektedir. Ancak bu tedavilere yönelik yeterli kanıt bulunmamaktadır (3). Bu makale diş çıkarma sürecinde bebeklerde karşılaşılan sorunları anlamayı ve bu süreçte ebeveynlerin yaklaşımlarını desteklemeyi amaçlamaktadır. Diş Çıkarma ve Belirtiler Çoğu çocuk ilk dişini yaklaşık altı aylıkken çıkarmaya başlamakta ve 30 aylığa kadar 20 süt dişini tamamlamaktadır (1). Süt dişleri ağız içerisinde belli bir sırayla görülmeye başlamakta ve bu sürece de “süt dişlenmesi dönemi” denilmektedir (4). Dişlerin önden arkaya, aşağıdan yukarıya doğru çıktığı bilinmektedir (5). Diş çıkarma yaşı bireysel farklılıklar gösterebilmektedir. Genetik özellik ile tiroid hormonu diş gelişimini etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Dişlerin erken ya da geç çıkması genellikle ailevi bir özelliktir. Sağlıklı çocuklarda ilk dişin çıkması 16 aya kadar gecikebilmektedir (6). Kılınç ve ark.’nın (4) aktardığına göre beş bin yıllık belgelerde süt dişlerinin çıkması sırasında bebeklerin genel sağlığında görülen sorunlardan bahsedilmektedir. Hipokrat, süt dişlerinin çıkması sırasında ateş, ishal ve konvülziyon da dahil birçok hastalığın görülebileceğini belirtmiştir (4). Fransa’da 16. yy’dan 19. yy’a kadar tüm bebek ölümlerinin %50’sinin nedeni diş çıkarma sırasında görülen rahatsızlıklara bağlanmıştır. Ayrıca 1839’da İngiltere’de dört yaş altı çocuk ölümlerinin %12’sinin nedeni diş çıkarma sırasında karşılaşılan sorunlardan kaynaklandığı rapor edilmiştir (1). Anne-babalar diş çıkarmayı sağlık problemleri ile ilişkilendirmektedir (7). Bebeklerin üçüncü ayından başlayarak tükrük salgısı artmaktadır. Bu bulgu, süt dişlerinin diş etlerini delerek çıkmaya hazırlandığını işaret etmektedir (6). Süt dişlerinin çıkması sırasında kuru öksürük, mızmızlık, uyku bozukluğu, diş eti inflamasyonu, salya akması en yaygın görülen belirtiler arasındadır. Ancak ateş, ishal ve çok sayıda diğer şikayetler yeterli kanıt olmamasına rağmen, yaygın olarak diş çıkarma sürecinin sorunu olarak belirtilmektedir (7). İlk diş çıkarma belirtileri arasında salyada artış, huzursuzluk ve diş çıkarılan alanda lokalize rahatsızlık bulunmakta ancak çoğu bebekte bu sıkıntıların görülmediği belirtilmektedir (8).
Yapılan çalışmalarda en fazla karşılaşılan rahatsızlığın huzursuzluk olduğu, bunu ateş, salyada artış, diş etlerinde kızarıklık/kaşıntı, ısırma/çiğnemede artış, iştah kaybı, ishal, katı gıdalara karşı isteksizlik ve uykuda geçen sürede azalma izlediği saptanmıştır (4,9,10). Aliyu ve ark. (11) bebeklerde en yaygın karşılaşılan belirtilerin ateş, iştah kaybı ve kusma olduğunu ve annelerin %90,6’sının bu Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 183 semptomların diş çıkarma ile ilişkili olduğuna inandığını belirtmektedir. Plutzer ve ark.’nın (12) yaptıkları randomize kontrollü bir çalışmada süt dişlerinin çıkması sırasında en yüksek oranda rastlanan dört belirtinin salyada artış, ısırma ve çiğnemede artış, huzursuzluk ve uykuda geçen sürede azalma olarak sıralamışlardır. İki prospektif kohort çalışmasında (13,14) diş çıkarma ile önceden bildirilen semptomlar arasında zayıf bir ilişki olduğu bulunmuştur. En tutarlı görülen semptomların ısırma, salyada artış, dişetini sürtme ve huzursuzluktur. Katı gıdalara karşı azalmış iştah ve vücut ısısında artış (<38,9°C) da birçok çalışmada bildirilmiştir (1). Diş Çıkarma Sürecindeki Uygulamalar: Diş çıkarma süreci çoğu anne-baba için endişe kaynağıdır. Diş çıkarmaya bağlı diş eti ağrısı, ıslak yıkanmış bir bez veya soğuk diş halkaları kullanılarak veya temiz bir parmakla diş etlerine masaj yapılarak azaltılabildiği belirtilmektedir (15). Ailelerin bu süreçte bebeklerinin diş etlerine temiz ve soğuk bir bezle masaj yapmaları, beslenme öncesi diş jellerinden sürmeleri, diş etlerine masaj için dişlikler ya da çiğneyebileceği soğuk (havuç…) bir şeyler vermesi bebeklerin ağrısını ve huzursuzluğunu azalttığı ve bu süreci daha rahat geçirmelerine yardımcı olduğu vurgulanmaktadır (16). Kahya’nın (17) aktardığına göre İbni Sina kitabında diş çıkarma sürecinde titremelerin doğal olduğunu ve bu süreçte bebeklerin vücudunun nergis ve şebboy yağı ile ovularak bebeğin rahatlatılması gerektiği belirtilmektedir. Amerikan Pediatrik Diş Hekimliği Akademisi (AAPD) semptomların tedavisi için bebeklerin dişetine soğutulmuş halkalar ve oral analjezik uygulamasını önermektedir. AAPD sıkıntıyı gidermek için reçetesiz satılan diş jelleri dahil topikal anesteziklerin kullanımını bu ürünlerin güçlü toksisitesi nedeniyle önermemektedir (8). Asetaminofen ve ibuprofenin konservatif kullanımı diş çıkarma ağrılarını hafifletmeye yardım edebilmektedir. Benzokain içeren jeller ise methemoglobinemi riskinden dolayı bebekler için önerilmemektedir (1,15). Adam ve Abhulimhen-Iyoha (18) annelerin diş çıkarma sıkıntısını hafifletmek için %74,4’ü diş çıkarma şurubu kullandığını, %61,8’i ılık süngerle diş etine pansuman yaptığını ve %61,1’i diş çıkarma oyuncağı verdiğini belirtmiştir. Uğurlu ve ark. (16) yaptıkları çalışmada bebeklerin %29,7’sinin diş çıkarma nedeniyle ağrı yaşadığı ve ağrının giderilmesi için annelerin çoğunlukla (%50) ağrı kesici jel uyguladığı belirlenmiştir. Rahman ve ark. (19) tarafından yapılan çalışmada, annelere çocuklarının diş çıkarma sürecinde yaptıkları geleneksel uygulamalar sorulmuş, %31,9’u çocuğun eline dişini kaşısın diye sert oyuncak, diş kaşığı, ekmek kabuğu, yeşil soğan, pırasa, salatalık verildiği saptanmıştır. Plutzer ve ark. (12) ise bebeklerde diş çıkartma sıkıntısını azaltmak için annelerin %73,4’ünün topikal ve %65,9’unun oral ilaç kullandığını belirtmektedir. Diş çıkarma sürecinde semptomlarla nasıl baş edileceğiyle ilgili Kanıta dayalı çalışmaların az sayıda olduğu göze çarpmaktadır. Medline ve Cochrane taramasında konu ile ilgili üç randomize kontrollü çalışma ve bu çalışmaların iki tanesinin 40 yıldan uzun bir süre önce yayınlanan topikal ilaçlarla ilgili olduğu, diğerinin ise annelerin semptomlarla baş etmesi üzerine yapıldığı görülmektedir (12,20,21). Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 184 Homeopatik ve doğal tedavilerin yaygın bir şekilde kullanıldığı ve bebeklerde diş çıkarma sürecinde ortaya çıkan huzursuzluğun giderilmesine katkı sağladığı belirtilmesine rağmen bu tedavi yönteminin etkinliğine yönelik yeterli kanıt bulunmamaktadır. Amber (Kehribar), diş çıkarma sürecinde kullanılan geleneksel tedavi yöntemi olarak bilinmektedir. Amberin doğal bir analjezik olduğu ve takıldığı zaman vücuda az miktarda yağ yayarak diş çıkarma sürecinde ortaya çıkan rahatsızlığı giderdiğine inanılmaktadır. Bu doğrultuda kolye, bileklik ya da halhal olarak çocuğa takılabilmektedir. Amberin oral bir tedavi yöntemi olmadığı dolayısıyla boncukların emilmesinin veya çiğnenmesinin bir etkisinin bulunmadığı belirtilmektedir (1). Diğer doğal ya da homeopatik tedaviler seyreltilmiş karanfil yağı, doğal meyan kökü (şekersiz), rezene, yeşil soğan, zeytinyağı, zencefil kökü ve vanilyayı kapsayan bitki ve yağların diş etlerine uygulanmasını içermektedir. Birçok homeopatik tedavinin papatya içerdiği dikkat çekmektedir. Ayrıca yanaklarda kızarıklık, huzursuzluk ve ishal gibi şikayetleri olan çocuklarda, papatyanın yararlı olduğu iddia edilmektedir (1). Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) diş çıkarma sürecindeki ağrıyı yönetmek için çay ağacı ve karanfil yağı bazlı merhemler, bitkisel formülasyonlar, aromaterapi ve homeopatik ilaçları içeren bir dizi yöntem önermektedir. Ancak bu yöntemlerden hiçbirinin diş çıkarma sürecindeki ağrıyı yönetmek için etkinliği kanıtlanmamıştır (3). Bu süreçte ebeveynler bebeklerini rahatlatmak için çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Ebeveynlerin %80’inden fazlası çocuklarının sağlık sorunlarını ve sorunların tedavisi ile ilgili bilgiye internet aracılığı ile ulaştığı belirtilmektedir. Bu bilgiler çocukların belirti, bulgu ve tedavilerinin yönetiminde ebeveynlerin kararlarını etkileyebilmektedir. Özellikle reçetesiz satılan ürünlerin diş çıkarma tedavisi için yeterli kanıt olmamasına rağmen sosyal medyada yaygın olarak önerildiği görülmektedir (22). Diş çıkarma sürecinde ebeveynlerin semptomlarla baş edebilmesi aynı zamanda diş çürüğü riskinin azaltılabilmesi için ilk diş bakımının verilmesi önemlidir. Diş çıkarmamış bebeklerin erken dönemde bile (üç aylık) diş çürüklerine neden olan streptococcus mutans ile karşılaşabilmektedir. Annelerin ağız bakımı alışkanlığı kazandırmak ve streptococcus mutans düzeylerini düşürmek için bebeklerin diş etlerini temiz, ıslak bir bezle her beslenme sonrası temizlemesi gerekmektedir. İlk diş çıkışı görülünce, anne su ile çok küçük başlı, yumuşak bir diş fırçasını hareket ettirerek bakım verebilmektedir (15). Sonuç: Diş çıkarma süreci ebeveynler ve bebekler için uzun, sancılı ve zor bir süreçtir. Bu süreçte çocuk sağlığı alanında çalışan hemşirelerin ebeveynlere rehberlik etmesi gerekmektedir. Diş çıkarma sürecinin yönetiminde ve ağrının hafifletilmesinde etkili olduğu düşünülen, ancak yeterince kanıt bulunmayan yöntemlerle (masaj, bitkisel ürünler, kolyeler gibi) ilgili bilimsel çalışmalar yapılmalı, bu yöntemlerin yararları ve olası yan etkileri araştırılıp, bilgiler güncellenmelidir.
Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 185
Diş çıkarma, bütün çocukların deneyimlediği fizyolojik bir süreçtir (1). Bebeğin ağzında ilk dişin görünmesi yaşamının önemli bir dönüm noktası olarak düşünülmektedir (2). Bebeklik gelişiminin normal bir parçası olmasına rağmen, diş çıkarma semptomların yönetimi hakkında çok az şey bilinmektedir (3). Markman (1), diş çıkarma sürecinde ebeveynlere çok fazla tavsiye verildiğini ancak bu tavsiyelerin kanıta dayalı olmadığını belirtmektedir. Bebeklerde diş çıkarma ile ilişkili olan ağrı ve huzursuzluk farmakolojik ve nonfarmokolojik olmayan yöntemlerle yönetilebilmektedir. Ancak bu tedavilere yönelik yeterli kanıt bulunmamaktadır (3). Bu makale diş çıkarma sürecinde bebeklerde karşılaşılan sorunları anlamayı ve bu süreçte ebeveynlerin yaklaşımlarını desteklemeyi amaçlamaktadır. Diş Çıkarma ve Belirtiler Çoğu çocuk ilk dişini yaklaşık altı aylıkken çıkarmaya başlamakta ve 30 aylığa kadar 20 süt dişini tamamlamaktadır (1). Süt dişleri ağız içerisinde belli bir sırayla görülmeye başlamakta ve bu sürece de “süt dişlenmesi dönemi” denilmektedir (4). Dişlerin önden arkaya, aşağıdan yukarıya doğru çıktığı bilinmektedir (5). Diş çıkarma yaşı bireysel farklılıklar gösterebilmektedir. Genetik özellik ile tiroid hormonu diş gelişimini etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Dişlerin erken ya da geç çıkması genellikle ailevi bir özelliktir. Sağlıklı çocuklarda ilk dişin çıkması 16 aya kadar gecikebilmektedir (6). Kılınç ve ark.’nın (4) aktardığına göre beş bin yıllık belgelerde süt dişlerinin çıkması sırasında bebeklerin genel sağlığında görülen sorunlardan bahsedilmektedir. Hipokrat, süt dişlerinin çıkması sırasında ateş, ishal ve konvülziyon da dahil birçok hastalığın görülebileceğini belirtmiştir (4). Fransa’da 16. yy’dan 19. yy’a kadar tüm bebek ölümlerinin %50’sinin nedeni diş çıkarma sırasında görülen rahatsızlıklara bağlanmıştır. Ayrıca 1839’da İngiltere’de dört yaş altı çocuk ölümlerinin %12’sinin nedeni diş çıkarma sırasında karşılaşılan sorunlardan kaynaklandığı rapor edilmiştir (1). Anne-babalar diş çıkarmayı sağlık problemleri ile ilişkilendirmektedir (7). Bebeklerin üçüncü ayından başlayarak tükrük salgısı artmaktadır. Bu bulgu, süt dişlerinin diş etlerini delerek çıkmaya hazırlandığını işaret etmektedir (6). Süt dişlerinin çıkması sırasında kuru öksürük, mızmızlık, uyku bozukluğu, diş eti inflamasyonu, salya akması en yaygın görülen belirtiler arasındadır. Ancak ateş, ishal ve çok sayıda diğer şikayetler yeterli kanıt olmamasına rağmen, yaygın olarak diş çıkarma sürecinin sorunu olarak belirtilmektedir (7). İlk diş çıkarma belirtileri arasında salyada artış, huzursuzluk ve diş çıkarılan alanda lokalize rahatsızlık bulunmakta ancak çoğu bebekte bu sıkıntıların görülmediği belirtilmektedir (8).
Yapılan çalışmalarda en fazla karşılaşılan rahatsızlığın huzursuzluk olduğu, bunu ateş, salyada artış, diş etlerinde kızarıklık/kaşıntı, ısırma/çiğnemede artış, iştah kaybı, ishal, katı gıdalara karşı isteksizlik ve uykuda geçen sürede azalma izlediği saptanmıştır (4,9,10). Aliyu ve ark. (11) bebeklerde en yaygın karşılaşılan belirtilerin ateş, iştah kaybı ve kusma olduğunu ve annelerin %90,6’sının bu Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 183 semptomların diş çıkarma ile ilişkili olduğuna inandığını belirtmektedir. Plutzer ve ark.’nın (12) yaptıkları randomize kontrollü bir çalışmada süt dişlerinin çıkması sırasında en yüksek oranda rastlanan dört belirtinin salyada artış, ısırma ve çiğnemede artış, huzursuzluk ve uykuda geçen sürede azalma olarak sıralamışlardır. İki prospektif kohort çalışmasında (13,14) diş çıkarma ile önceden bildirilen semptomlar arasında zayıf bir ilişki olduğu bulunmuştur. En tutarlı görülen semptomların ısırma, salyada artış, dişetini sürtme ve huzursuzluktur. Katı gıdalara karşı azalmış iştah ve vücut ısısında artış (<38,9°C) da birçok çalışmada bildirilmiştir (1). Diş Çıkarma Sürecindeki Uygulamalar: Diş çıkarma süreci çoğu anne-baba için endişe kaynağıdır. Diş çıkarmaya bağlı diş eti ağrısı, ıslak yıkanmış bir bez veya soğuk diş halkaları kullanılarak veya temiz bir parmakla diş etlerine masaj yapılarak azaltılabildiği belirtilmektedir (15). Ailelerin bu süreçte bebeklerinin diş etlerine temiz ve soğuk bir bezle masaj yapmaları, beslenme öncesi diş jellerinden sürmeleri, diş etlerine masaj için dişlikler ya da çiğneyebileceği soğuk (havuç…) bir şeyler vermesi bebeklerin ağrısını ve huzursuzluğunu azalttığı ve bu süreci daha rahat geçirmelerine yardımcı olduğu vurgulanmaktadır (16). Kahya’nın (17) aktardığına göre İbni Sina kitabında diş çıkarma sürecinde titremelerin doğal olduğunu ve bu süreçte bebeklerin vücudunun nergis ve şebboy yağı ile ovularak bebeğin rahatlatılması gerektiği belirtilmektedir. Amerikan Pediatrik Diş Hekimliği Akademisi (AAPD) semptomların tedavisi için bebeklerin dişetine soğutulmuş halkalar ve oral analjezik uygulamasını önermektedir. AAPD sıkıntıyı gidermek için reçetesiz satılan diş jelleri dahil topikal anesteziklerin kullanımını bu ürünlerin güçlü toksisitesi nedeniyle önermemektedir (8). Asetaminofen ve ibuprofenin konservatif kullanımı diş çıkarma ağrılarını hafifletmeye yardım edebilmektedir. Benzokain içeren jeller ise methemoglobinemi riskinden dolayı bebekler için önerilmemektedir (1,15). Adam ve Abhulimhen-Iyoha (18) annelerin diş çıkarma sıkıntısını hafifletmek için %74,4’ü diş çıkarma şurubu kullandığını, %61,8’i ılık süngerle diş etine pansuman yaptığını ve %61,1’i diş çıkarma oyuncağı verdiğini belirtmiştir. Uğurlu ve ark. (16) yaptıkları çalışmada bebeklerin %29,7’sinin diş çıkarma nedeniyle ağrı yaşadığı ve ağrının giderilmesi için annelerin çoğunlukla (%50) ağrı kesici jel uyguladığı belirlenmiştir. Rahman ve ark. (19) tarafından yapılan çalışmada, annelere çocuklarının diş çıkarma sürecinde yaptıkları geleneksel uygulamalar sorulmuş, %31,9’u çocuğun eline dişini kaşısın diye sert oyuncak, diş kaşığı, ekmek kabuğu, yeşil soğan, pırasa, salatalık verildiği saptanmıştır. Plutzer ve ark. (12) ise bebeklerde diş çıkartma sıkıntısını azaltmak için annelerin %73,4’ünün topikal ve %65,9’unun oral ilaç kullandığını belirtmektedir. Diş çıkarma sürecinde semptomlarla nasıl baş edileceğiyle ilgili Kanıta dayalı çalışmaların az sayıda olduğu göze çarpmaktadır. Medline ve Cochrane taramasında konu ile ilgili üç randomize kontrollü çalışma ve bu çalışmaların iki tanesinin 40 yıldan uzun bir süre önce yayınlanan topikal ilaçlarla ilgili olduğu, diğerinin ise annelerin semptomlarla baş etmesi üzerine yapıldığı görülmektedir (12,20,21). Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 184 Homeopatik ve doğal tedavilerin yaygın bir şekilde kullanıldığı ve bebeklerde diş çıkarma sürecinde ortaya çıkan huzursuzluğun giderilmesine katkı sağladığı belirtilmesine rağmen bu tedavi yönteminin etkinliğine yönelik yeterli kanıt bulunmamaktadır. Amber (Kehribar), diş çıkarma sürecinde kullanılan geleneksel tedavi yöntemi olarak bilinmektedir. Amberin doğal bir analjezik olduğu ve takıldığı zaman vücuda az miktarda yağ yayarak diş çıkarma sürecinde ortaya çıkan rahatsızlığı giderdiğine inanılmaktadır. Bu doğrultuda kolye, bileklik ya da halhal olarak çocuğa takılabilmektedir. Amberin oral bir tedavi yöntemi olmadığı dolayısıyla boncukların emilmesinin veya çiğnenmesinin bir etkisinin bulunmadığı belirtilmektedir (1). Diğer doğal ya da homeopatik tedaviler seyreltilmiş karanfil yağı, doğal meyan kökü (şekersiz), rezene, yeşil soğan, zeytinyağı, zencefil kökü ve vanilyayı kapsayan bitki ve yağların diş etlerine uygulanmasını içermektedir. Birçok homeopatik tedavinin papatya içerdiği dikkat çekmektedir. Ayrıca yanaklarda kızarıklık, huzursuzluk ve ishal gibi şikayetleri olan çocuklarda, papatyanın yararlı olduğu iddia edilmektedir (1). Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) diş çıkarma sürecindeki ağrıyı yönetmek için çay ağacı ve karanfil yağı bazlı merhemler, bitkisel formülasyonlar, aromaterapi ve homeopatik ilaçları içeren bir dizi yöntem önermektedir. Ancak bu yöntemlerden hiçbirinin diş çıkarma sürecindeki ağrıyı yönetmek için etkinliği kanıtlanmamıştır (3). Bu süreçte ebeveynler bebeklerini rahatlatmak için çeşitli yöntemlere başvurmaktadır. Ebeveynlerin %80’inden fazlası çocuklarının sağlık sorunlarını ve sorunların tedavisi ile ilgili bilgiye internet aracılığı ile ulaştığı belirtilmektedir. Bu bilgiler çocukların belirti, bulgu ve tedavilerinin yönetiminde ebeveynlerin kararlarını etkileyebilmektedir. Özellikle reçetesiz satılan ürünlerin diş çıkarma tedavisi için yeterli kanıt olmamasına rağmen sosyal medyada yaygın olarak önerildiği görülmektedir (22). Diş çıkarma sürecinde ebeveynlerin semptomlarla baş edebilmesi aynı zamanda diş çürüğü riskinin azaltılabilmesi için ilk diş bakımının verilmesi önemlidir. Diş çıkarmamış bebeklerin erken dönemde bile (üç aylık) diş çürüklerine neden olan streptococcus mutans ile karşılaşabilmektedir. Annelerin ağız bakımı alışkanlığı kazandırmak ve streptococcus mutans düzeylerini düşürmek için bebeklerin diş etlerini temiz, ıslak bir bezle her beslenme sonrası temizlemesi gerekmektedir. İlk diş çıkışı görülünce, anne su ile çok küçük başlı, yumuşak bir diş fırçasını hareket ettirerek bakım verebilmektedir (15). Sonuç: Diş çıkarma süreci ebeveynler ve bebekler için uzun, sancılı ve zor bir süreçtir. Bu süreçte çocuk sağlığı alanında çalışan hemşirelerin ebeveynlere rehberlik etmesi gerekmektedir. Diş çıkarma sürecinin yönetiminde ve ağrının hafifletilmesinde etkili olduğu düşünülen, ancak yeterince kanıt bulunmayan yöntemlerle (masaj, bitkisel ürünler, kolyeler gibi) ilgili bilimsel çalışmalar yapılmalı, bu yöntemlerin yararları ve olası yan etkileri araştırılıp, bilgiler güncellenmelidir.
Çelen R ve ark. Bebeklerde Diş Çıkarma JCP2018;16(2):181-186 185
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Anafilaksiye Genel Bir Bakış
Anafilaksiye Genel Bir Bakış Dr.NevinKURT Anafilaksi u Alerjinin, tedavi edilmezse ölümle sonuçlanabilen en ciddi klinik tablosud...
-
normal değerler: 200-350 mikrogram 900 e kadar normal..<100 ağır eksiklik, b 12 düzeyi normalken b 12 vit. eksikliği olabilir.beraberin...
-
CRP: CRP normal düzeyi genellikle < 0.3 mg/dL olarak kabul edilir. CRP’de yaşa ve cinsiyete bağlı da bazı farklılıklar olabilir, nor...